Cilt: 2  Sayı: 3 (2014)
Özetleri Gizle | << Geri
DAVETLI DERLEME
1.
Mikroti
Microtia
Sayfalar 97 - 101
Ömer Faruk Ünal, İsmet Emrah Emre
Mikroti rekonstrüksiyonu sabır, ince detaya azami dikkat ve iyi bir kulak kepçesi anatomisi bilgisi gerektirir. Söz konusu cerrahinin görece erken yaşta yapılması ve rekonstrüksiyon sonrası çocuğun büyümeye devam etmesi bu defektin rekonstrüksiyonunda göz önüne alınması gereken en önemli noktadır. Mikroti cerrahı mikrotinin sınıflandırmalarına, onarım opsiyonlarına, olası komplikasyonlara ve bunların önlemlerine hakim olmalıdır. Ancak bu bilgiyle normal boyutta, yeterli projeksiyona ve ince kıvrımlara sahip bir kulak kepçesi oluşturulabilir. Bu derlemede mikroti hakkında genel bilgileri ve bu defektin rekonstrüksiyonunda kullandığım yöntemi bulacaksınız.
Microtia reconstruction requires patience, careful attention to fine details, and a good understanding of the auricular anatomy. The fact that this surgery is performed at a relatively young age and the child continues to grow after reconstruction is the most important point to take into consideration in the reconstruction of this defect. The microtia surgeon should have comprehensive knowledge on microtia classifications, reconstructive options, possible complications, and their preventions. Only with this knowledge it is possible to create a normal sized auricula with sufficient projection and intricate curvatures. In this review, you will find general information regarding microtia, and the method I use for the reconstruction of this defect.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (2824 kere görüntülendi)

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
2.
Hipertrofik ve atrofik tonsillerde vasküler yapıların histopatolojik olarak incelenmesi
Histopathological analysis of vascular structures in hypertrophic and atrophic tonsils
Sayfalar 102 - 106
Hande Ezerarslan, Mustafa Mert Başaran, Egemen Akıncıoğlu, Güçlü Kaan Beriat, Sefa Kaya
AMAÇ: Bu çalışmada tıkayıcı tonsil hipertrofisi veya kronik tonsilit nedeniyle tonsillektomi yapılan hastaların tonsil spesimenleri histolojik olarak incelendi ve özellikle vasküler yapılarda histolojik açıdan farklılık olup olmadığı araştırıldı.
YÖNTEMLER: Kronik tonsilit nedeniyle ameliyat edilen 36 hasta (20 erkek, 16 kız; ort. yaş 14.7±8.4 yıl; dağılım 5-28 yıl) ve üst solunum yolu tıkanıklığına neden olan tonsil hipertrofisi nedeniyle ameliyat edilen 28 hasta (11 erkek, 17 kız; ort. yaş 13.6±7.2 yıl; dağılım 3-29 yıl) olmak üzere toplam 64 hasta ve 128 tonsil dokusu çalışmaya dahil edildi. Ameliyat öncesinde hastaların tonsil boyutları Brodsky sınıflandırmasına göre derecelendirildi. Ameliyat sırasında tonsil yüzeyinde dilate damar varlığı, gerektiyse suturasyon sayısı ve yeri, hemoraji miktarı, ameliyat süreleri ve çıkarılan tonsil spesimenlerinin volümü kaydedildi. Tonsillektomi spesimenleri hematoksilen eosin ile boyandı. Tonsil dokusu yüzey epiteli, stroma, kriptler ve vasküler yapılar değerlendirildi.
BULGULAR: Tıkayıcı tonsil hipertrofisi olan hastaların tonsillektomi materyalinin volümü anlamlı şekilde arttı (p<0.05). Ayrıca, damar sayısı hipertrofik tonsillerde anlamlı olarak daha fazlaydı (p<0.05). Ancak arteriyel endotel duvar kalınlaşması ve ameliyat sırası hemoraji miktarları açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.
SONUÇ: Hipertrofik tonsillerde vasküler yapıların sayısı kronik tonsilit grubuna göre daha fazlaydı ve vasküler yapılar sıklıkla interfoliküler alanda yoğunlaştı.
OBJECTIVE: This study aims to histologically analyze the tonsil specimens of patients who were performed tonsillectomy due to obstructive tonsillar hypertrophy or chronic tonsillitis, and investigate the presence of any histological differences particularly in vascular structures.
METHODS: A total of 64 patients including 36 patients (20 males, 16 females; mean age 14.7±8.4 years; range 5 to 28 years) who were operated due to chronic tonsillitis, 28 patients (11 males, 17 females; mean age 13.6±7.2 years; range 3 to 29 years) who were operated due to tonsillar hypertrophy which causes upper airway obstruction, and 128 tonsil tissues were included. Patients’ tonsil sizes were graded preoperatively according to Brodsky classification. Presence of any dilated artery on tonsil surface, number of suturations and their locations (if required), amount of hemorrhage, durations of operations, and volumes of excised tonsil specimens were recorded perioperatively. Tonsillectomy specimens were stained with hematoxilen eosine. Tonsil tissue surface epitelium, stroma, crypta, and vascular structures were evaluated.
RESULTS: Volume of tonsillectomy materials of patients with obstructive tonsillar hypertrophy significantly increased (p<0.05). Also, the number of arteries was significantly higher in hypertrophic tonsils (p<0.05). However, no statistically significant difference was detected between the two groups in terms of arterial endothelial wall thickness and amount of perioperative hemorrhage.
CONCLUSION: Number of vascular structures in hypertrophic tonsils was higher compared to the chronic tonsillitis group, and vascular structures often concentrated in the interfollicular area.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (2711 kere görüntülendi)

3.
Basit horlaması olan hastalar ve tıkayıcı uyku apnesi olan hastalar arasında depresyon, uykululuk ve depresyon şiddetinin karşılaştırılması
The comparison of depression, sleepiness and depression severity between patients with primary snoring and patients with obstructive sleep apnea
Sayfalar 107 - 112
Murat Salihoğlu, Aytuğ Altundağ, Hakan Balıbey, Melih Çayönü, Mustafa Tansel Kendirli, Hakan Tekeli
AMAÇ: Bu çalışmada basit horlaması olan hastalar ve tıkayıcı uyku apnesi (TUA) olan hastalarda depresyon semptomlarının sıklığı, TUA şiddeti, uykululuk skoru ve depresyon semptomları arasındaki ilişki araştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışma Ocak 2010 - Haziran 2013 tarihleri arasında 105 gönüllü (93 erkek, 12 kadın; ort. yaş 47±13.2 yıl; dağılım 20-78 yıl) ile kliniğimizde yapıldı. Fizik muayene, Epworth Uykululuk Skalası ve Beck Depresyon Sayımı uygulandı. Yaş ve cinsiyet olarak eşleştirilmiş hastalar dört gruba ayrıldı: (i) basit horlaması olan kontrol grubu, (ii) hafif TUA grubu, (iii) orta TUA grubu ve (iv) şiddetli TUA grubu.
BULGULAR: Bu çalışmada başlıca dört ana sonuca ulaşıldı: (i) Apne-hipopne indeksi ile Beck Depresyon Sayımı skoru, Epworth Uykululuk Skalası skoru ve vücut kütle indeksi arasında anlamlı bir ilişki yoktu. (ii) Depresyon prevalansı açısından çalışma grupları arasında anlamlı bir farklılık vardı. Hafif ila orta dereceli depresyon, TUA hastalarında basit horlaması olan hastalardan daha yaygındı. (iii) Beck Depresyon Sayımı skoru, Epworth Uykululuk Skalası skoru ve vücut kütle indeksi ile anlamlı ilişkiye sahip değildi. (iv) Gündüz aşırı uykululuk açısından çalışma grupları arasında anlamlı bir farklılık yoktu.
SONUÇ: Apne-hipopne indeksi ve Beck Depresyon Sayımı arasında ilişki olmamasına rağmen, TUA hastalarında basit horlaması olan hastalara kıyasla hafif ila orta dereceli depresyon daha yaygındı.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the relationship between the frequency of depression symptoms, severity of obstructive sleep apnea (OSA), sleepiness score, and depression symptoms in patients with primary snoring and patients with OSA.
METHODS: This study was carried out with 105 volunteers (93 males, 12 females; mean age 47±13.2 years; range 20 to 78 years) between January 2010 and June 2013 in our clinic. Physical examination, Epworth sleepiness scale, and Beck depression inventory were applied. Age and sex matched patients were divided into four groups: (i) control group with primary snoring, (ii) mild OSA group (iii) moderate OSA group, and (iv) severe OSA group.
RESULTS: This study produced four major findings: (i) Apnea-hypopnea index was not significantly correlated with Beck depression inventory score, Epworth sleepiness scale score, and body mass index. (ii) There was a significant difference between study groups in terms of the prevalence of depression. Mild to moderate depression was more common in OSA patients than patients with primary snoring. (iii) Beck depression inventory score had no significant correlation with Epworth sleepiness scale score and body mass index. (iv) There was no significant difference between study groups in terms of excessive daytime sleepiness.
CONCLUSION: Although no correlation was present between apnea-hyponea index and Beck depression inventory, mild to moderate depression was more common in OSA patients compared to patients with primary snoring.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1365 kere görüntülendi)

4.
Septoplastinin hastalık spesifik ve genel yaşam kalitesi üzerine etkileri: Retrospektif longitudinal bir çalışma
The effects of septoplasty on disease-specific and general quality of life: A retrospective longitudinal trial
Sayfalar 113 - 116
Gokce Simsek, Bengi Arslan, Burak Erden, Nuray Bayar Muluk, Rahmi Kilic
AMAÇ: Bu çalışmada septoplasti uygulanan hastaların ameliyat öncesi ve sonrası dönemlerinde lokal ve genel yaşam kalitesi (YK) indeksleri değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Bu çalışma, üçüncü basamak bir hastanede yapılan prospektif izlemli retrospektif bir incelemedir. Ocak 2011 ve Ocak 2012 tarihleri arasında septoplasti yapılan tüm hastalar tespit edildi. Hastalığa özgü YK Burun Tıkanıklığı Semptom Değerlendirmesi (NOSE) anketi ile değerlendirildi ve genel sağlık durumu 36 maddelik Kısa Form Sağlık Anketi (SF-36) ile ölçüldü. Anketlerin her ikisi de aynı görüşmede hastaların ameliyat öncesi ve sonrası dönemde memnuniyetini ölçmek için iki kez uygulandı.
BULGULAR: Ameliyat öncesi ve sonrası değerler iki yıl sonra karşılaştırıldığında, SF-36’nın sekiz kategorisinde (fiziksel fonksiyon, fiziksel rol, vücut ağrısı, genel sağlık, emosyonel rol, mental sağlık, sosyal işlevsellik ve canlılık) anlamlı değişiklik izlenmedi. Ameliyat öncesi ve sonrası ortalama NOSE skorları sırasıyla 53.4±14.5 ve 26.0±17.8 idi (p<0.001).
SONUÇ: Çalışmamızın sonuçlarına göre, septoplasti lokal semptomlar üzerinde anlamlı etkiye sahiptir ve hastalığa özgü YK’yi belirgin olarak geliştirir. Kısa Form Sağlık Anketi-36 değerlendirmesi, septoplastinin genel sağlık üzerine etkisi olmadığını gösterdi.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate local and general quality of life (QOL) indexes during pre- and postoperative periods in patients who underwent septoplasty procedure.
METHODS: This study is a retrospective review with prospective follow-up performed at a tertiary referral hospital. All patients who were performed septoplasty between January 2011 and January 2012 were identified. Disease-specific QOL was assessed by a Nasal Obstruction Symptom Evaluation (NOSE) questionnaire, and general health status was measured by a 36-item Short Form Health Survey (SF-36). Both of the questionnaires were applied twice in the same visit to measure patients’ satisfaction in pre- and postoperative periods.
RESULTS: A comparison of pre- and postoperative values after two years did not reveal any significant changes in the eight categories of SF-36 (physical functioning, physical role, bodily pain, general health, emotional role, mental health, social functioning, and vitality). The mean pre- and postoperative NOSE scores were 53.4±14.5 and 26.0±17.8, respectively (p<0.001).
CONCLUSION: According to the results of our study, septoplasty has a significant impact on local symptoms, and markedly improves disease-specific QOL. An evaluation of SF-36 showed that septoplasty has no impact on general health.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1409 kere görüntülendi)

5.
Sınırlı timpanosklerozda mobilizasyon ve inkus interpozisyonu tekniklerinin ameliyat sonrası odyolojik sonuçlarının karşılaştırılması
Comparison of postoperative odiologic results of mobilization and incus interposition techniques in limited tympanosclerosis
Sayfalar 117 - 121
Hasan Deniz Tansuker, Erdal Sakallı, Cengiz Çelikyurt, Sultan Bişkin, Firuzan Köktürk, Burak Güler
AMAÇ: Bu çalışmada timpanoskleroza bağlı işitme azlığı nedeniyle kemikçik zincir mobilizasyonu veya inkus interpozisyonu uygulanan hastaların ameliyat sonrası odyolojik sonuçları literatür eşliğinde karşılaştırıldı.
YÖNTEMLER: Ekim 2010 - Ekim 2013 tarihleri arasında timpanoskleroz nedeniyle ameliyat edilen 25 hastanın dosyası geriye dönük olarak incelendi. Revizyon hastalar, kolesteatomu olan hastalar, orta kulak cerrahisi geçmişi olan hastalar, stapesin tutulu olduğu hastalar ve sadece miringosklerozu olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Timpanosklerotik plakların temizlenmesiyle kemikçik zincir mobilizasyonunun sağlandığı 13 hasta grup 1, inkus interpozisyonu tekniği uygulanan 12 hasta grup 2 olarak tanımlandı. Ameliyat sonrası 6. aydaki odyolojik sonuçlar değerlendirme amaçlı kullanıldı. Ameliyat sonrası hava-kemik gap değerinin 20 dB’den az olması veya hava iletiminde 10 dB ve üzeri iyileşme başarı kriteri olarak kabul edildi.
BULGULAR: Grup 1’de ortalama hava iletimi eşiği ameliyat öncesi 59.69±14.34 dB’den ameliyat sonrası 37.31±18.51 dB’ye düştü ve bu istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0.001). Ortalama hava-kemik gap değeri ameliyat öncesi 43.69±10.76 dB’den ameliyat sonrası 24.00±11.51 dB’ye düştü ve bu istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0.001). İkinci grupta ortalama hava iletimi eşiği ameliyat öncesi 50.83±8.97 dB’den ameliyat sonrası 32.92±10.26 dB’ye düştü ve bu istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0.001). Ortalama hava-kemik gap değeri ameliyat öncesi 37.92±7.07 dB’den ameliyat sonrası 23.50±7.47 dB’e düştü ve bu istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0.001). Her iki grupta dokuz hastada ameliyat sonrası hava-kemik gap değeri 20 dB’in altına düştü. Buna göre, başarı oranları grup 1 ve grup 2’de sırasıyla %69.2 ve %75 idi. Öte yandan, grupların başarı oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı (p=0.211).
SONUÇ: Uygun endikasyonu olan timpanoskleroz hastalarında kemikçik mobilizasyonu ve inkus interpozisyonu iki etkin cerrahi işlem olup ameliyat sonrası odyolojik sonuçlar üzerinde birbirlerine üstünlükleri yoktur.
OBJECTIVE: This study aims to compare together with the literature the odiologic results of patients who underwent either ossicular chain mobilization or incus interpositioning due to tympanosclerosis associated hearing loss.
METHODS: Files of 25 patients who were operated due to tympanosclerosis between October 2010 and October 2013 were retrospectively reviewed. Revision patients, patients with cholesteatoma, patients having history of middle ear surgery, patients with stapes fixation, and patients having only myringosclerosis were excluded. Thirteen patients whose ossicular chain mobilization was provided by cleaning of tympanosclerotic plaques were identified as group 1, and 12 patients who were performed incus interpositioning were identified as group 2. Odiologic results at postoperative sixth month were used for evaluation. A postoperative air-bone gap value of less than 20 dB, or 10 dB and more improvement in air conduction were regarded as success criteria.
RESULTS: In group 1, mean air conduction threshold decreased from preoperative 59.69±14.34 dB to postoperative 37.31±18.51 dB, and this was statistically significant (p=0.001). Mean air-bone gap value decreased from preoperative 43.69±10.76 dB to postoperative 24.00±11.51 dB, and this was also statistically significant (p=0.001). In the second group, mean air conduction threshold decreased from preoperative 50.83±8.97 dB to postoperative 32.92±10.26 dB, and this was statistically significant (p=0.001). Mean air-bone gap value decreased from preoperative 37.92±7.07 dB to postoperative 23.50±7.47 dB, and this was also statistically significant (p=0.001). In both groups, postoperative air-bone gap values decreased below 20 dB in nine patients. According to this, success rates were 69.2% and 75% in group 1 and group 2, respectively. However, no statistically significant difference was detected between the success rates of the groups (p=0.211).
CONCLUSION: Ossicle mobilization and incus interpositioning are two efficient surgical procedures in tympanosclerosis patients with adequate indications, and they have no superiority against each other in terms of postoperative odiologic results.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1593 kere görüntülendi)

6.
Dış kulak yolunda yabancı cisim tanılı 158 olgunun retrospektif analizi
Retrospective analysis of 158 cases with diagnosis of foreign body in external auditory canal
Sayfalar 122 - 125
Aylin Gül, Hayri Yıldırım, Beyhan Yılmaz, Engin Şengül, Mehmet Akdağ, Hakan Özkan, İsmail Topçu
AMAÇ: Bu çalışmada dış kulak yolunda yabancı cisim tanılı hastalarda tespit edilen yabancı cisimlerin özellikleri ve tedavi yaklaşımları analiz edildi.
YÖNTEMLER: Ocak 2013 - Temmuz 2014 tarihleri arasında kliniğimizde dış kulak yolunda yabancı cisim tanısı konulan ve tedavi edilen 158 hastanın (61 erkek, 97 kadın; ort. yaş 21.6 yıl; dağılım 2-71 yıl) verileri retrospektif olarak incelendi. Hasta dosyaları; demografik özellikler, yabancı cismin cinsi ve konumu, klinik semptomlar, hastaneye başvurma süresi, uygulanan tedavi ve komplikasyonlar açısından değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların 114’ü 16 yaş altı çocuk, 44’ü erişkin idi. Yabancı cisimler 101 hastada sağ kulakta, 57 hastada sol kulakta idi. En yaygın dış kulak yolu yabancı cismi çocuklarda boncuk ve böcek, erişkinlerde böcek idi.
SONUÇ: Dış kulak yolunda yabancı cisim, acil kulak burun boğaz olgularında sık karşılaşılan bir durumdur. Dış kulak yolundaki yabancı cisimlerin deneyimli bir hekim veya kulak burun boğaz uzmanı tarafından uygun teknik ve aletlerle çıkarılması gerekmektedir. Dikkatli çıkarılmayan yabancı cisimler ciddi komplikasyonlara yol açabilir.
OBJECTIVE: This study aims to analyze the properties and treatment approaches for foreign bodies detected in patients diagnosed with foreign body in external auditory canal.
METHODS: Data of 158 patients (61 males, 97 females; mean age 21.6 years; range 2 to 71 years) who were diagnosed with foreign bodies in external auditory canal and treated in our clinic between January 2013 and July 2014 were retrospectively analyzed. Patient files were evaluated in terms of demographics, type and location of foreign body, clinical symptoms, delay in hospital visit, applied treatment, and complications.
RESULTS: Of the patients, 114 were children under the age of 16, and 44 were adults. Foreign bodies were in right ear in 101 patients, and in left ear in 57 patients. Most common external auditory canal foreign bodies were beads and insects in children, and insects in adults.
CONCLUSION: Foreign body in external auditory canal is a commonly observed condition in urgent ear, nose, and throat cases. Foreign bodies in external auditory canal should be removed by an experienced doctor or ear, nose and throat specialist utilizing proper techniques and tools. Serious complications might occur if foreign bodies are not removed carefully.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1823 kere görüntülendi)

OLGU SUNUMU
7.
Keskin cisimle penetran boyun yaralanması
Penetrating neck trauma with a sharp object
Sayfalar 126 - 128
Tolgahan Catli, Harun Gur, Emine Demir, Levent Olgun
Bünyesinde ana vasküler yapıları, sinirleri ve birçok vital organı bulunduran boynun penetran yaralanmaları hayatı tehdit edici boyutlara ulaşabilir. Travma nedenleri arasında ilk sırayı bıçak ve ateşli silahlar alırken, delici kesici özelliği olan herhangi bir nesne yaralanmaya yol açabilmektedir. Bu olgu yabancı cismin nörovasküler yapılarda ciddi hasar oluşturmaksızın derin boyun yapılarına penetrasyon göstermesi nedeniyle ilginç bulunmuş, üç boyutlu manyetik rezonans anjiyografi görüntüleri eşliğinde sunulmuştur.
Penetrating injuries of the neck, which consists of major vascular structures, nerves, and many vital organs, may result in life threatening consequences. Although primary causes of trauma include knives and firearms, any penetrating object may lead to injury. This case was found interesting since the foreign object penetrated into deep structures of the neck without causing any severe damage in neurovascular structures, and presented with three-dimensional magnetic resonance angiography images.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1498 kere görüntülendi)

8.
Tonsil lipomu
Tonsillar lipoma
Sayfalar 129 - 131
Murat Karaman, Gürkan Kayabaşoğlu
Lipomlar matür adipositlerden oluşur ve yavaş büyüme eğilimindedir. Yüksek prevalansına rağmen, lipomlar üst solunum yolunda ve sindirim sisteminde nadiren görülür ve bulantı hissi, yutma ve solunum zorluğu algısına neden olur. Tonsilde lipom oluşumu oldukça nadirdir. Bu yazıda 34 yaşında bir kadın hastada palatin tonsil yerleşimli lipom olgusu sunuldu.
Lipomas consist of mature adipocytes and tend to be slow-growing. Despite their high prevalence, lipomas are rarely seen in the upper respiratory tract and digestive system, and cause a sensation of nausea and difficulty in swallowing and respiration. Lipoma formation in tonsil is quite rare. In this article, we report a 34-year-old female patient of lipoma of the palatine tonsil.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (2095 kere görüntülendi)

9.
Bir kadın hastada trakeostomal miyaz
Tracheostomal myiasis in a female patient
Sayfalar 132 - 134
Kamil Hakan Kaya, Selçuk Güneş, Ibrahim Erdim, Arzu Karaman Koç, Akkan Avcı, Fatma Tülin Kayhan
Miyaz, çiftkanatlı larvaların insan veya hayvanları infeste etmesi olarak tanımlanır. Miyaz insidansı tropikal ve subtropikal bölgelerde artsa da hastalık tüm dünyada yaygındır. Hastalığın önlenmesinde uygun hijyen ve sağlık bakım koşulları büyük önem taşır. Miyaz uygun şekilde tedavi edilmezse ciddi morbidite veya mortaliteye neden olabilir. Trakeostomi yarası miyazı oldukça nadir görülen bir durumdur. Bu yazıda trakeostomal miyazlı 86 yaşında tetraplejik bir kadın hasta sunuldu.
Myiasis is defined as the infestation of humans and/or animals with dipterous larvae. While the incidence of myiasis increases in tropical and subtropical areas, it is still a common disease worldwide. Appropriate hygienic and health care conditions are essential for preventing the disease. Myiasis may cause severe morbidity or mortality if not treated properly. Myiasis of the tracheostomy wound is an extremely rare condition. In this article, we report an 86-year-old tetraplegic female patient with tracheostomal myiasis.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (2183 kere görüntülendi)

10.
Burkitt lenfoma; baş boyun neoplazmları; palatin tonsil.
Burkitt’s lymphoma; head and neck neoplasms; palatine tonsil.
Sayfalar 135 - 138
Ilker Akyıldız, Zeynep Kaptan, Sema Hücümenoğlu, Hatice Ünverdi, Gülay Aktar
Burkitt lenfoma, B hücreli Hodgkin dışı lenfomanın agresif bir formudur. Burkitt lenfomalar yaygın olarak abdominal bölgeden kaynaklanırken bazıları baş ve boyun bölgesini tutar. Palatin tonsil Burkitt lenfoma için nadir bir yerdir. Burkitt lenfomada en yaygın iki bulgu tek taraflı tonsil hipertrofisi ve palatin tonsilde renk değişikliğidir. Tanıda tonsillektomi kullanılırken tedavide kemoterapi kullanılır.
Burkitt’s lymphoma is an aggressive form of non-Hodgkin B-cell lymphoma. While Burkitt’s lymphomas commonly originate in the abdominal region, some involve the head and neck region. Palatine tonsil is a very rare location for Burkitt’s lymphoma. Two common findings in Burkitt’s lymphoma are unilateral tonsil hypertrophy and color alteration in the palatine tonsil. Tonsillectomy is used for diagnosis while chemotherapy is used for treatment.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (2828 kere görüntülendi)

11.
Menenjite neden olan retrofarengeal yabancı cisim olgusu
A case of retropharyngeal foreign body causing meningitis
Sayfalar 139 - 141
Gokhan Kutlar
Retrofarengeal bölgede menenjite yol açan yabancı cisimler nadirdir. Bu yazıda, iki aydır boyun ağrısı çeken 58 yaşında bir erkek hasta sunuldu. İndirekt laringoskopide hastanın retrofarengeal bölgesi dolgun görünümdeydi. Boyun bilgisayarlı tomografisinde retrofarengeal bölgede kalınlaşma ve yabancı cisim izlendi. Bilincinin bozulması ve 40 °C’ye varan yüksek ateşi nedeniyle hastaya lomber ponksiyon yapıldı. Menenjit ve retrofarengeal apse tanılarıyla intravenöz antibiyotik tedavisi başlandı. Beyin-omurilik sıvısı ve kan kültürlerinde üreme olmadı. Ancak hasta tedavinin ikinci gününde kaybedildi. Bu yazıda, retrofarengeal bölgedeki enfeksiyonların tanı ve tedavisindeki gecikmenin ölümcül olabileceğini vurgulamak istedik.
Foreign bodies in the retropharyngeal space leading to meningitis are rare. In this article, we report a 58-year-old male patient who had been suffering from neck pain for two months. Patient’s retropharyngeal space appeared bulky on indirect laryngoscopy. Computed tomography of the neck showed thickening of the retropharyngeal space and a foreign body. The patient was performed lumbar puncture due to deterioration of consciousness and temperature up to as high as 40 °C. Intravenous antibiotic treatment was started with diagnosis of meningitis and retropharyngeal abscess. No reproduction occurred in cerebrospinal fluid and blood cultures. However, the patient died on the second day of treatment. In this article, we want to emphasize that delayed diagnosis and treatment of retropharyngeal space infections can be fatal.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1887 kere görüntülendi)

12.
Geç otoplasti komplikasyonu: Keloid oluşumu
Late autoplasty complication: keloid formation
Sayfalar 142 - 146
Murat Karaman, Adem Emre İlhan, Ömer Aşkıner, Ömer Faruk Çalım, Gökhan Altın, Ahmet Mahmut Tekin
Hipertrofik skar eğilimleri, kollajen, vasküler ve bağ dokusu hastalıkları ameliyat öncesinde ayrıntılı bir şekilde sorgulanmazsa keloid oluşabilir. Bu yazıda üç ay önce özel bir merkezde kepçe kulak deformitesi nedeni ile yapılan otoplasti sonrası iki taraflı keloid gelişince kliniğimize başvuran 11 yaşında erkek hasta sunuldu. Hastanın öz geçmişinde ve soy geçmişinde kollajen doku hastalığı ve keloid oluşumu yoktu. Dermatoloji konsültasyonu sonrası hastaya intralezyonel kortikosteroid enjeksiyonu uygulandı ve keloid oluşumu kaybolup semptomlar tamamen geçinceye kadar tedaviye devam edildi. Özellikle puberte dönemindeki ve ileri yaşlardaki hastalar keloid oluşumu açısından dikkatle izlenmeli ve ilk bir yıl düzenli olarak kontrol edilmelidir.
If hypertrophic scar tendencies, collagen, vascular and connective tissue diseases are not inquired in detail preoperatively, keloid may develop. In this article, we report an 11-year-old male patient who admitted to our clinic when bilateral keloid developed after an autoplasty which was performed due to prominent ear deformity three months ago at a private center. The patient had no personal or familial history of collagen tissue disease or keloid formation. After dermatological consultation, the patient was administered intralesional corticosteroid injection, and the treatment was sustained until keloid formation disappeared and symptoms were completely eliminated. Patients particularly in puberty period and older patients should be carefully monitored in terms of keloid formation and regularly checked during the first year.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (5356 kere görüntülendi)