Cilt: 9  Sayı: 2 (2021)
Özetleri Gizle | << Geri
ÖZGÜN ARAŞTIRMA
1.
Tip 2 sulkusta (Verjetür sulkus) klinik tablo ve endoskopik bulgular
Clinical presentation and endoscopic findings in type 2 sulcus (Vergeture sulcus)
Sayfalar 49 - 52
Necati Enver, Sefa İncaz, Çağatay Oysu
AMAÇ: Bu çalışmada Verjetür tip sulkusa (tip 2) ait klinik özellikler ve laringoskopik muayene bulguları tanımlandı.
YÖNTEMLER: 1 Ocak 2019 - 15 Nisan 2021 tarihleri arasında üçüncü basamak bir merkezde ses-yutma hastalıkları polikliniğine başvuran toplam 10 hasta (6 erkek, 4 kadın; medyan yaş: 23 yıl; dağılım, 14-47 yıl) retrospektif olarak incelendi. Tip 2 sulkus tanısı almış olan hastaların demografik ve klinik özellikleri değerlendirildi.
BULGULAR: Yalnızca %10’u profesyonel ses kullanıcısı olan hastaların tümünde şika yetler çocukluktan beri mevcuttu. Başvuru şikayeti olarak ses kısıklığı (%100), ses yorgunluğu (%60) ve seste gerginlik (%40) mevcuttu. Endoskopik muayenede bilateral lezyon ve mukozal dalgalanma saptandı. Hastaların hiçbirinde keratin debris veya ek lezyon izlenmedi.
SONUÇ: Verjetür sulkus, diğer sulkus tiplerinden ayrışan klinik özelliklere sahiptir. Bu çalışma, bu hasta grubunu özellikle tanımlayan ilk çalışmadır.
OBJECTIVE: This study aims to define clinical features and laryngoscopic examination findings of Vergeture type sulcus (type 2).
METHODS: Between January 1st 2019 - April 15th 2021, a total of 10 patients (6 males, 4 females; median age: 23 years; range, 14 to 47 years) who were admitted to a voice-swallowing clinic of a tertiary care center were retrospectively analyzed. Demographic and clinical characteristics of the patients with type 2 sulcus were evaluated.
RESULTS: Only 10% of the patients used their voices professionally, and all patients had vocal complaints since childhood. Complaints at the time of admission were hoarseness (100%), vocal fatigue (60%), and strained voice (40%). Endoscopic examination revealed a bilateral lesion with decreased mucosal waves. None of the patients had keratin debris or accompanying lesions.
CONCLUSION: Vergeture sulcus has unique clinical features that differ from other sulcus types. This is the first study to specifically identify this patient group.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (719 kere görüntülendi)

2.
Epistaksis şiddetine göre hastaların retrospektif karşılaştırması
Retrospective comparison of patients according to the intensity of epistaxis
Sayfalar 53 - 59
Ramazan Yavuz, Hatice Bozkurt Yavuz
AMAÇ: Bu çalışmada epistaksis hastalarında kanama şiddetine göre eşlik eden hastalıkları ve antikoagülan-antiagregan kullanımı araştırıldı ve hemogram koagülasyon parametreleri değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Mayıs 2019 - Aralık 2020 tarihleri arasında kliniğimize epistaksis şikayeti ile başvuran 289 hastanın (168 erkek, 121 kadın; ort. yaş 38±26.5 yıl; dağılım 1-88 yıl) toplam 314 uygulaması retrospektif olarak incelendi. Hastalar üç gruba ayrıldı: herhangi bir kanama odağı bulunmayan ve tedavi edilmeyen hastalardan oluşan Grup 1; kanamış olabilecek kurutlu, vaskülerize alanı olan veya sızıntı şeklinde mukozal aktif kanama odağı olanlar ve gümüş nitrat ile kimyasal koterizasyon yapılan hastalardan oluşan Grup 2 ve aktif arteriyel veya venöz, şiddetli kanama odağı olanlar ve elektrokoterizasyon veya tampon uygulaması yapılan hastalardan oluşan Grup 3.
BULGULAR: Gruplar arasında yaş, hipertansiyon, antikoagülan-antiagregan kullanımı ve trombosit değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark görüldü. Aynı odaktan tekrar kanama açısından gruplar arasında anlamlı bir fark görülmedi. Bahar dönemlerine kıyasla, yaz ve kış dönemlerinde epistaksis başvurularında istatistiksel olarak anlamlı bir artış gözlendi. Aynı odaktan tekrar kanama açısından gümüş nitrat ile elektrokoterizasyon uygulaması arasında anlamlı bir farklılık görüldü.
SONUÇ: Epistaksis önemli morbidite ve nadir mortalite ile ilişkilidir. Epistaksis yönetimi için en uygun işlem, hemostazı minimal ağrı ile hastaların en kısa sürede normal günlük aktivitelerine dönmelerine izin veren bir işlem olacaktır. Epistaksis ile başvuran hastaların tedavisinde uygun yöntemin seçilmesi için kanamanın iyi bir şekilde değerlendirilmesi gereklidir.
OBJECTIVE: The aim of this study was to investigate comorbidities and anticoagulant-antiaggregant use according to the severity of bleeding and to evaluate the complete blood count coagulation parameters in patients with epistaxis.
METHODS: Between May 2019 and December 2020, a total of 314 applications of 289 patients (168 males, 121 females; mean age: 38±26.5 years; range, 1 to 88 years) who were referred to our clinic with epistaxis were retrospectively analyzed. The patients were divided into three groups as Group 1 including patients who had no bleeding focus and were left untreated; Group 2 including patients with dried, vascularized areas that might have bleeding, or who had a mucosal active bleeding focus in the form of leakage and those who underwent chemical cauterization with silver nitrate; and Group 3 including patients with active arterial or venous focus of severe bleeding who underwent electrocauterization or packing.
RESULTS: There was a statistically significant difference in the age, hypertension, anticoagulant-antiaggregant use, and platelet values among the groups. There was no significant difference among the groups in terms of re-bleeding from the same focus. A statistically significant increase was observed in epistaxis admissions in summer and winter periods, compared to spring and autumn. A significant difference was observed between silver nitrate and electrocauterization application in terms of re-bleeding from the same focus.
CONCLUSION: Epistaxis is associated with significant morbidity and rare mortality. The most appropriate procedure for epistaxis management would be the procedure that performs hemostasis with minimal pain and allows patients to return to their normal daily activities as soon as possible. To choose the appropriate method in the treatment of patients presenting with epistaxis, bleeding should be well evaluated.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (526 kere görüntülendi)

3.
Clinical characteristics and laboratory findings of COVID-19 in Istanbul
İstanbul'da COVID-19'un klinik özellikleri ve laboratuvar bulguları
Sayfalar 60 - 65
Ozan Özdemir, Zehra Çınar, Ümit Kanay, Özgür Yiğit
AMAÇ: Bu çalışmada 2019 Koronavirüs hastalığının (COVID-19) kulak, burun ve boğaz (KBB) semptomları ve laboratuvar bulguları değerlendirildi.
YÖNTEMLER: İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi COVID-19 servisinde 15 Mart 2020-15 Mayıs 2020 tarihleri arasında takip edilen 121 COVID-19 hastası (55 erkek, 66 kadın; ort. yaş 59.1±11.6 yıl; dağılım, 19-92 yıl) tek merkezli çalışmaya dahil edildi. Hastalar, COVID-19 pozitifliği için revers transkriptaz polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) ile test edildi ve KBB semptomları hakkında anketi doldurmaları istendi. Hastaların klinik verileri elektronik tıbbi kayıtları gözden geçirilerek toplandı.
BULGULAR: Yaygın semptomlar arasında ateş (%74.3, n=90), yorgunluk (%69.4, n=84), kuru öksürük (%68.5, n=83) ve nefes darlığı (%61.9, n=75) vardı. En yaygın komorbidite hipertansiyondu (%50.4), onu diabetes mellitus (%33.1) izledi. Akciğer görüntülemesine göre hastaların %90’ı buzlu cam opasitesi gösterdi. Ağır olmayan hastalarla karşılaştırıldığında, ağır hastalar daha yaşlıydı (ort. yaş 65.4±12.3 yıla karşın 57.2±10.8 yıl, p<0.05), hastalarda daha yüksek oranda hipertansiyon (%43.4’e karşın %72.4, p=0.012) ve ateş vardı. Ağır hasta olarak takip edilen 29 hastadan biri (%3.4) invazif mekanik ventilasyona ihtiyaç duydu.
SONUÇ: COVID-19 hastaları bazen ateşsiz başvurabilir ve anormal radyolojik bulgulara sahip olmayabilir. Yaşlı hastalar veya komorbiditeleri olan hastaların hastalığının şiddetli seyretme ihtimali daha fazladır. Tedavide glukokortikoidlerin kullanımı hala tartışmalıdır ve daha fazla klinik çalışmaya ihtiyaç vardır.
OBJECTIVE: The aim of this study is to evaluate the ear, nose and throat (ENT) symptoms and laboratory findings of Coronavirus disease 2019 (COVID-19) in Istanbul.
METHODS: The single-center study included 121 COVID-19 patients (55 males, 66 females; mean age 59.1±11.6 years; range, 19 to 92 years) followed up between March 15, 2020 and May 15, 2020 at the COVID-19 ward Istanbul Training and Research Hospital in Turkey. The patients were confirmed for COVID-19 with reverse transcriptase-polymerase chain reaction (RT-PCR) and asked to fill in the questionnaire about ENT symptoms. Their clinical data were gathered by reviewing electronic medical records.
RESULTS: Common symptoms included fever (74.3%, n=90), fatigue (69.4%, n=84), dry cough (68.5%, n=83) and dyspnea (61.9%, n=75). Hypertension was the most common comorbidity (50.4%), followed by diabetes mellitus (33.1%). According to lung imaging, 90% of patients showed ground-glass opacity. Compared with non-severely ill patients, severely ill patients were older (mean age 65.4±12.3 vs. 57.2±10.8 years, p<0.05), had a higher proportion of hypertension (43.4% vs. 72.4%, p=0.012) and fever. One (3.4%) of the 29 severely ill patients received invasive mechanical ventilation.
CONCLUSION: COVID-19 patients sometimes present without fever and may not have abnormal radiologic findings. Older patients or patients with comorbidities are more likely to have a severe condition. The use of glucocorticoids in treatment is still controversial and more clinical studies are needed.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (481 kere görüntülendi)

OLGU SUNUMU
4.
Retrofarengeal hematom: İki olgu sunumu
Retropharyngeal hematoma: Two case reports
Sayfalar 66 - 70
Abdurrahman Buğra Cengiz, Hasan Deniz Tansuker
Retrofarengeal hematom (RH), whiplash kafa travması ve antikoagülan kaynaklı koagülopatinin (AKK) nadir fakat potansiyel olarak ciddi bir komplikasyonudur. Literatürde, hematomun cerrahi drenajı kararı konusunda ikilem vardır ve fazla veri bulunmaktadır. Bu yazıda, acil servise farklı etyoloji ve semptomlarla başvuran iki ayrı olgu sunuldu. İlk olgu, kalp kapak hastalığı nedeniyle uzun süredir varfarin sodyum kullanan ve ilacın dozunu ayarlayamayan bir hastada gelişen spontan RH idi ve ikinci olgu, bir çocukta minör kafa travmasından sonra izole bir hematom idi. İlk hastaya acil trakeotomi gerekirken ikinci hastaya konservatif tedavi uygulandı. Retrofarengeal hematomda tedavi, etyolojiye ve semptomların şiddetine göre değişebilir. Hava yolu tıkanıklığı belirtileri ortaya çıktığında, tamamen tıkanma meydana gelmeden önce hava yolu derhal emniyete alınmalıdır. Antikoagüle bir hasta üst solunum yolu semptomları gösterdiğinde RH tanısı düşünülmelidir.
Retropharyngeal hematoma (RH) is a rare but potentially serious complication of whiplash head trauma and anticoagulant-induced coagulopathy (AIC). The literature is undecided on the management of the hematoma by surgical drainage, and the data in the literature is abundant. We report two patients presented to emergency service with different etiologies and symptoms. The first case is the spontaneous RH of a patient who could not adjust the dosage of warfarin sodium they had been using long-term due to heart valve disease, and the second case is an isolated hematoma after minor head trauma in a child. While the first patient required an urgent tracheotomy, we applied conservative treatment in the second patient. The treatment of RH may differ according to etiology and severity of symptoms. Once symptoms of airway blockage arise, the airway must be immediately secured before complete obstruction occurs. The diagnosis of RH should be considered when an anticoagulated patient presents with upper airway symptoms.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (443 kere görüntülendi)

5.
Deltopektoral flep ile trakeokütanöz defekt kapatılması
Closure of tracheocutaneous defect with deltopectoral flap
Sayfalar 71 - 74
Hazan Başak, Deniz Uluç, Mustafa Balcıoğlu, Ozan Bağış Özgürsoy
Baş ve boyun kanserli hastaların tedavisi sırasında sıklıkla geçici trakeotomiye ihtiyaç duyulur. Trakeotomi kapatılmasından sonra, bazı hastalarda trakeostoma etrafında doku defekti veya trakeokütanöz fistül gelişebilir. Cerrahi debridmana rağmen iyileşmeyen defektler lokal flepler ile rekonstrüksiyon gerektirir. Baş ve boyun bölgesi rekonstrüksiyonunda uzun yıllardır kullanılan deltopektoral flep (DPF) bugünlerde göz ardı edilmektedir. Aslında DPF düşük morbidite ile kolay hazırlanan ve güvenilir bir fleptir ve boyundaki cilt defektlerinin rekonstrüksiyonu için ince ve esnek doku sağlar. Bu çalışmada, parsiyel larenjektomi, geçici trakeotomi ve adjuvan radyoterapi sonrasında gelişen bir trakeokütanöz fistülün rekonstrüksiyonunda DPF kullanımı sunuldu ve boyundaki cilt defektlerinin rekonstrüksiyonunda DPF’nin uygulanabilirliği tartışıldı.
During the treatment of patients with head and neck cancer, temporary tracheotomy is often required. After the tracheotomy is closed, peritracheostomal tissue defect or tracheocutaneous fistula may occur in selected cases. The non-healing defects despite surgical debridement require reconstruction by local flaps. Deltopectoral flap (DPF) that has been used in head and neck reconstruction for a long time has been currently neglected. Indeed, DPF is an easy and safe flap with low morbidity and provides a flexible and thin tissue for the reconstruction of skin defects in the neck. In this study, we present the use of DPF in the reconstruction of a tracheocutaneous fistula developed after partial laryngectomy with temporary tracheotomy and adjuvant radiotherapy and discuss the applicability of the DPF in the reconstruction of skin defects in the neck.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (654 kere görüntülendi)