Cilt: 9  Sayı: 1 (2021)
Özetleri Gizle | << Geri
ÖZGÜN ARAŞTIRMA
1.
Alerjen spesifik immünoterapi ortalama trombosit hacmini ve tam kan inflamasyon belirteçlerini nasıl etkiler?
How does allergen-specific immunotherapy affect mean platelet volume and complete blood inflammation markers?
Sayfalar 1 - 7
Zehra Çınar, Özgür Yiğit, Ela Araz Server, Füsun Erdenen
AMAÇ: Bu çalışmada alerjen spesifik immünoterapinin (SİT) sistemik inflamasyonun temel göstergeleri olan ortalama trombosit hacmi (MPV), trombosit-lenfosit oranı (PLR), nötrofil-lenfosit oranı (NLR), eozinofil-lenfosit oranı (ELR), bazofil-lenfosit oranı (BLR) ve lenfosit-monosit oranını (LMR) ne yönde etkilediği araştırıldı.
YÖNTEMLER: Ocak 2015 - Ocak 2020 tarihleri arasında medikal tedaviye dirençli mevsimsel veya yıl boyu devam eden alerjik rinit (AR) nedeniyle SİT uygulanan toplam 19 hasta (7 erkek, 12 kadın; ort. yaş: 33 yıl; dağılım, 18-45 yıl) ile 24 sağlıklı bireyin (12 erkek, 12 kadın; ort. yaş: 34 yıl; dağılım, 18-45 yıl) tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastalar şu şekilde üç gruba ayrıldı: sağlıklı bireylerden oluşan kontrol grubu (Grup 1, n=24), immünoterapi öncesi (PreIT) grup (Grup 2, n=19) ve immünoterapi sonrası (PostIT) grup (Grup 3, n=19). Önceden belirlenen belirteçler, rutin tam kan sayımı analizlerinden hesaplandı ve sonuçlar PreIT, PostIT ve kontrol grupları arasında karşılaştırıldı.
BULGULAR: PreIT grubuna kıyasla, PostIT grubunda SİT sonrası MPV anlamlı düzeyde arttı (p<0.05). PreIT grubuna kıyasla, PostIT grubunda trombosit, nötrofil, eozinofil, lenfosit ve monosit sayıları ve PLR, NLR, ELR ve LMR değerleri anlamlı düzeyde farklılık göstermedi (p>0.05). PostIT grubunun bazofil ve BLR değerleri, PreIT grubuna kıyasla anlamlı düzeyde azaldı (p<0.05).
SONUÇ: Bu sonuçlara göre, yalnızca lokal inflamasyonun değil, aynı zamanda sistemik inflamasyonun da AR patogenezine katkıda bulunduğu ve yalnızca lokal inflamasyonun değil, sistemik inflamasyonun da SİT ile baskılanabileceği sonucuna varılabilir.
OBJECTIVE: This study aims to investigate how allergen-specific immunotherapy (ASI) affected mean platelet volume (MPV), platelet-to-lymphocyte ratio (PLR), neutrophil-to-lymphocyte ratio (NLR), eosinophil-to-lymphocyte ratio (ELR), basophil-to-lymphocyte ratio (BLR), and lymphocyte-to-monocyte ratio (LMR), which are essential indicators of systemic inflammation.
METHODS: Medical records of a total of 19 patients (7 males, 12 females; mean age: 33 years; range, 18 to 45 years) who received ASI for medical treatment-resistant seasonal or perennial allergic rhinitis (AR) and 24 healthy individuals (12 males, 12 females; mean age: 34 years; range, 18 to 45 years) were retrospectively analyzed between January 2015 and January 2020. The patients were divided into three groups as follows: control group including healthy individuals (Group 1, n=24); pre-immunotherapy (PreIT) treatment (Group 2, n=19); and post-immunotherapy (PostIT) treatment group (Group 3, n=19). The prespecified markers were calculated from the routine complete blood count analyses and the results were compared among the PreIT, PostIT, and control groups.
RESULTS: The MPV after ASI significantly increased in the PostIT group, compared to the PreIT group (p<0.05). The platelet, neutrophil, eosinophil, lymphocyte, and monocyte counts and PLR, NLR, ELR, and LMR values of the PostIT group did not significantly differ, compared to the PreIT group (p>0.05). Basophil and BLR values of the PostIT group significantly decreased, compared to the PreIT group (p<0.05).
CONCLUSION: Based on these results, it can be concluded that not only local inflammation, but also systemic inflammation contribute to the pathogenesis of AR, and not only local inflammation, but also systemic inflammation can be suppressed with ASI.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (590 kere görüntülendi)

2.
Rinoplastide kullanılan spreader greft ve spreader flebin fonksiyonel sonuçlarının değerlendirilmesi
Evaluation of functional outcomes of spreader graft and spreader flap used in rinoplasty
Sayfalar 8 - 11
Burak Erden, Burak Mustafa Taş
AMAÇ: Bu çalışmada, açık teknik rinoplastide orta çatı rekonstrüksiyonunda kullanılan spreader greft ve spreader flebin fonksiyonel sonuçları karşılaştırıldı.
YÖNTEMLER: Nisan 2018 - Haziran 2019 tarihleri arasında toplam 40 hasta (18 erkek, 22 kadın; ort. yaş: 25.5±6.1 yıl; dağılım, 18-42 yıl) çalışmaya dahil edildi. Hastalar spreader greft kullanılanlar (Grup 1, n=20) ve spreader flep kullanılanlar (Grup 2, n=20) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hastaların fonksiyonel sonuçları ve yaşam kalitesi ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası altıncı ayda Burun Tıkanıklığı Semptomu Değerlendirme Ölçeği (NOSE) ve Sinonazal Sonuç Testi-22 (SNOT-22) ile değerlendirildi.
BULGULAR: Gruplar arasında yaş ve cinsiyet açısından anlamlı bir farklılık saptanmadı. Her iki grupta da ameliyat sonrası NOSE ve SNOT-22 skorları, ameliyat öncesi skorlara kıyasla, anlamlı düzeyde düşük idi (p<0.001). Gruplar birbirleri ile karşılaştırıldığında, NOSE ve SNOT-22 skorlarında anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05).
SONUÇ: Açık teknik rinoplastide orta çatı rekonstrüksiyonunda yaygın olarak kullanılan spreader greft ve spreader flebin fonksiyonel sonuçları, ameliyat sonrası anlamlı iyileşme oranları ile birbirine benzerdi.
OBJECTIVE: In this study, we aimed to compare the functional results of spreader graft and spreader flap used in middle roof reconstruction in open technique rhinoplasty.
METHODS: Between April 2018 and June 2019, a total of 40 patients (18 males, 22 females; mean age: 25.5±6.1 years; range, 18 to 42 years) were included in the study. The patients were divided into two groups as those receiving spreader grafts (Group 1, n=20) and those receiving spreader flaps (Group 2, n=20). Functional outcomes and quality of life of the patients were evaluated using the Nasal Obstruction Symptom Evaluation (NOSE) Scale and Sinonasal Outcome Test-22 (SNOT-22) preoperatively and at six months postoperatively.
RESULTS: There was no significant difference between the groups in terms of age and sex. The postoperative scores of NOSE and SNOT-22 were significantly lower than the preoperative scores in both groups (p<0.001). When the groups were compared with each other, no significant difference was found in the NOSE and SNOT-22 scores (p>0.05).
CONCLUSION: The functional outcomes of spreader grafts and spreader flaps, which are widely used in middle roof reconstruction in open technique rhinoplasty are similar with significant postoperative improvement rates.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (818 kere görüntülendi)

3.
Koklear kanaldaki yapısal değişikliklerin histolojik incelenmesi
Histological examination of structural changes in the cochlear canal
Sayfalar 12 - 17
Esra Balcıoğlu, Pınar Bilgici, Betül Yalçın, Arzu Hanım Yay, Demet Bolat, Ayşe Ceyhan, Mehmet Akif Somdaş
AMAÇ: Bu çalışmada kompleks bir yapı sergileyen koklear kanalın bazal, medial ve apikal bölgelerinde korti organındaki morfolojik değişiklikler belirlendi.
YÖNTEMLER: Toplam sekiz Wistar Albino cinsi erkek sıçan (35 günlük, 200-250 g) anestezi altında dekapite edildi. Korti organı hızla çıkarıldı ve histolojik inceleme için %10 formaldehit solüsyonu içinde tespit edildi. Sonrasında dokular dekalsifikasyon solüsyonuna alındı. Dehidrasyon ve temizlemenin ardından parafine gömüldü. Kesitler hematoksilen- eozin ve Masson trikom ile boyandı ve ışık mikroskobu ile fotoğrafları çekildi. Korti organındaki yapısal değişiklikleri belirlemek için baziler, tektorial ve Reissner membran uzunlukları ile iç ve dış saçlı hücrelerin boyları Image J yazılımı kullanılarak 50 farklı alanda ölçüldü ve elde edilen veriler istatistiksel olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Kokleanın bazalından apeksine doğru gittikçe; bazal membran kalınlığı ve Reissner's membran uzunluğunu azalırken, iç ve dış saçlı hücrelerin uzunlukları ile bazal membran uzunluğunun arttığı belirlendi. Bu artış ve azalışlar istatistiksel olarak anlamlılık seviyesindeydi (p<0.05).
SONUÇ: Çalışma sonuçlarımız, iç ve dış saçlı hücrelerin, baziler ve Reissner membran uzunluklarının kokleanın bazalinden apikal bölgesine kadar farklılık gösterebileceğini öne sürmektedir.
OBJECTIVE: In this study, we aimed to determine the morphological changes in the organ of Corti in the basal, medial, and apical regions of the cochlear canal, which exhibit a complex structure.
METHODS: A total of eight male Wistar albino rats (35 days, 200 to 250 g) were decapitated under anesthesia. The organ of Corti was quickly removed and fixed in 10% formaldehyde solution for histological examination. The tissues were, then, taken to decalcification solution. Following dehydration and clearing, they were embedded in paraffin. Sections were stained with hematoxylin & eosin and Masson's trichrome, and photographs were captured using a light microscope. To determine the structural changes in the organ of Corti, basilar, tectorial, and Reissner membrane lengths, and heights of inner and outer hair cells were measured from 50 different areas using the Image J software and the data obtained were statistically evaluated.
RESULTS: It was determined that from the basal to the apex of the cochlea; the thickness of the basement membrane and the length of the Reissner's membrane decreased, while the length of the inner and outer hair cells and the length of the basement membrane increased. These increases and decreases were statistically significant (p<0.05).
CONCLUSION: Our study results suggest that the lengths of inner and outer hair cells, basilar, and Reissner membrane can vary from basal to apical region of the cochlea.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1238 kere görüntülendi)

4.
Sinonazal inverted papillom hastalarında paranazal sinüs varyasyonlarının değerlendirilmesi
Evaluation of paranasal sinus variations among patients with a diagnosis of sinonasal inverted papilloma
Sayfalar 18 - 25
Senem Kurt Dizdar, Merve Ekici Bektaş, Burçin Ağrıdağ, Suat Turgut
AMAÇ: Bu çalışmada, inverted papillom (İP) tanılı hastalarda lezyona eşlik eden paranasal sinüs anatomik varyasyonları (PNSV) ve lezyon tarafı ile olan ilişkileri araştırıldı ve PNSV’nin İP etiyolojisindeki yeri belirlendi.
YÖNTEMLER: Ocak 2013 ve Aralık 2019 tarihleri arasında histopatolojik olarak IP tanısı konmuş toplam 35 hastanın (24 erkek, 11 kadın; ort. yaş: 52.5±13.9 yıl; dağılım, 17-85 yıl) bilgisayarlı paranasal sinüs tomografileri retrospektif olarak incelendi. Hastalarda İP tarafları ve sağlam taraflar belirlendi. Paranasal sinüs anatomik varyasyonları olarak septal deviasyon (SD) konka bülloza (KB), frontal sinüs hipoplazisi (FH), maksiler sinüs hipoplazisi (MH), çift orta konka (ÇK) ve Haller hücresi (HH) ve Agger Nasi (AN) araştırıldı. Genel anatomik varyasyon dağılımına ve İP tarafı ile sağlam taraf arasındaki anatomik varyasyon farklılıklarına bakıldı.
BULGULAR: Sağlam tarafta sık görülen anatomik varyasyonlar sırasıyla SD (%40), KB (%31.4), AN (%17.1) ve FH (%8.6) oldu. İnverted papillom tarafında sık görülen anatomik varyasyonlar sırasıyla MH (%8.6) ve HH (%17.1) idi. İnverted papillomlu tarafta KB görülme oranı, istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulundu (%31.4’e kıyasla %11.4; p=0.039). Sağlam tarafta en yüksek bulunan varyasyon SD olmasına rağmen, İP tarafına kıyasla istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi (p=0.405).
SONUÇ: İnverted papillom etiyolojisinde yer alan faktörler her iki nazal kaviteyi aynı anda etkilemektedir. Genellikle tek taraflı görüldüğü bilinen İP etiyolojisinde iki nazal kavite arasında farklılık doğuran önemli faktörlerden biri anatomik varyasyonlardır. Konka bülloza ve septum deviasyonu gibi nazal kaviteyi daraltıp karşı taraf nazal mukozada kompansatuvar değişiklikler yapabilen bu anatomik varyasyonlar, tek başına olmasa da diğer etiyolojik faktörler ile bir araya geldiklerinde, IP etiyolojisinde kolaylaştırıcı rol oynayabilirler.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the paranasal sinus anatomic variations (PNSV) presenting with the lesion and the relation with the lesion side in the patients with a diagnosis of inverted papilloma (IP) and to identify the role of PNSV in IP etiology.
METHODS: Between January 2013 and December 2019, computed paranasal sinus tomography of a total of 35 patients (24 males, 11 females; mean age: 52.5±13.9 years; range, 17 to 85 years) who were histopathologically diagnosed with IP were retrospectively analyzed. Among the patients, the IP sides and healthy sides were identified. As PNSV, septal deviation (SD) concha bullosa (CB), frontal sinus hypoplasia (FH), maxillary sinus hypoplasia (MH), double middle turbinate (DMT), Haller cell (HH) and Agger Nasi (AN) were investigated. General anatomical variation distribution and differences in anatomic variation between the IP side and healthy side were examined.
RESULTS: The most common PNSVs on the healthy side were SD (40%), CB (31.4%), AN (17.1%), and FH (8.6%). The most common PNSVs on the IP side were MH (8.6%) and HH (17.1%), respectively. The incidence of CB on the IP side was found to be statistically significantly lower (11.4% vs. 31.4%; p=0.039). Although SD was the most common variation on the healthy side, there was no statistically significant difference compared to the IP side (p=0.405).
CONCLUSION: Factors involved in IP etiology affect both nasal cavities simultaneously. In general, IP is seen unilaterally and anatomic variations are one of the important factors which cause a difference between the two nasal cavities. These anatomic variations such as CB and SD, which can narrow the nasal cavity and cause compensatory changes in the contralateral nasal mucosa, may have a facilitatory role in the etiology of IP when combined with other etiological factors.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (527 kere görüntülendi)

5.
Tıkayıcı uyku apne sendromlu hastaların sistemik hastalık birlikteliği açısından değerlendirilmesi
Evaluation of patients with obstructive sleep apnea syndrome in terms of systemic disease association
Sayfalar 26 - 30
Buğra Subaşı, Saadet Sayan
AMAÇ: Bu çalışmada tıkayıcı uyku apne sendromu (TUAS) olan hastalarda sık izlenen sistemik hastalıklar araştırıldı.
YÖNTEMLER: Ocak 2017 - Ocak 2018 tarihleri arasında uyku laboratuvarında horlama, tanıklı apne ve gündüz aşırı uykululuk hali gibi şikayetler nedeniyle polisomnografi (PSG) yapılmış ve TUAS tanısı konmuş toplam 142 hastanın (110 erkek, 32 kadın; ort. yaş: 49.2±10.5 yıl; dağılım 25-77 yıl) tıbbi dosyaları geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların öyküleri, kullandıkları ilaçlar ve laboratuvar tetkikleri incelendi.
BULGULAR: Hastaların PSG sonuçlarına göre 22’sinde (%15.5) hafif TUAS, 25’inde (%17.6) orta TUAS ve 95’inde (%66.9) ağır TUAS tespit edildi. Hafif TUAS’lı hastaların dokuzunda (%40.9), orta TUAS’lı hastaların 18’inde (%72) ve ağır TUAS’lı hastaların 51’inde (%53.7) en az bir sistemik hastalık izlendi. Bu hastalarda en sık izlenen sistemik hastalıklar, %28.2’sinde hipertansiyon, %20.4’ünde diabetes mellitus ve %15.5’inde depresyon idi.
SONUÇ: Çalışma sonuçlarımız, TUAS’ın yüksek komorbiditeye sahip, ciddi bir hastalık olduğunu ve bu hastaların multidisipliner olarak değerlendirilmelerinin uygun bir yaklaşım olacağını göstermektedir.
OBJECTIVE: The aim of this study was to investigate systemic diseases that are frequently seen in patients with obstructive sleep apnea syndrome (OSAS).
METHODS: Medical files of a total of 142 patients (110 males, 32 females; mean age: 49.2±10.5 years; range, 25 to 77 years) who had polysomnography (PSG) due to complaints such as snoring, witnessed apnea, and excessive daytime sleepiness and were diagnosed with OSAS at the sleep laboratory between January 2017 and January 2018 were retrospectively reviewed. Medical history of the patients, medications used, and laboratory tests were examined.
RESULTS: According to the PSG results, mild OSAS was found in 22 (15.5%), moderate OSAS in 25 (17.6%), and severe OSAS in 95 (66.9%) patients. At least one systemic disease was observed in nine (40.9%) of patients with mild OSAS, 18 (72%) of patients with moderate OSAS, and 51 (53.7%) of patients with severe OSAS. The most frequent systemic diseases in these patients were hypertension in 28.2%, diabetes mellitus in 20.4%, and depression in 15.5%.
CONCLUSION: Our study results show that OSAS is a serious disease with high comorbidity, and it is an appropriate approach to evaluate these patients in a multidisciplinary manner.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (547 kere görüntülendi)

6.
Nazal tıkanıklığı olan hastaların östaki tüpü paratubal yapılarının manyetik rezonans görüntüleme ile değerlendirilmesi
The evaluation of eustachian tube paratubal structures using magnetic resonance imaging in patients with nasal obstruction
Sayfalar 31 - 34
Suat Terzi, Fatma Beyazal Çeliker, Engin Dursun, Abdulkadir Özgür, Mehmet Beyazal, Metin Çeliker, Münir Demirci
AMAÇ: Bu çalışmada tek taraflı nazal tıkanıklığı olan hastaların östaki tüpü paratubal yapıları manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yöntemi ile değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Ocak 2018 - Aralık 2020 tarihleri arasında kliniğimizde tek taraflı burun kitlesi tanısı ile izlenen ve MRG tetkiki ile değerlendirilen toplam 30 hasta (17 erkek, 13 kadın; ort. yaş: 56 yıl; dağılım, 18-67 yıl) çalışmaya dahil edildi. Çekilen MRG kesitlerinde, tensor veli palatini ve levator veli palatini kaslarının elde edilen en geniş kesit üzerinden kalınlığı, uzunluğu ve ortalama kas volümleri ölçülerek, sağlam taraf ölçümleri ile karşılaştırıldı.
BULGULAR: Hastaların nazal tıkanıklık olan tarafların ortalama tensor veli palatini kası kalınlığı, uzunluğu ve volümü sırasıyla 3.7±0.6 mm, 26.4±2.1 mm ve 2.1±0.5 cm³ idi. Ortalama levator veli palatini kası kalınlığı, uzunluğu ve volümü sırasıyla 5.7±0.5 mm, 23.9±2.3 mm ve 3.0±0.6 cm³ idi. Tıkanıklık olan ve olmayan tarafların paratubal yapıları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık izlenmedi (p>0.05).
SONUÇ: Bu çalışmada tek taraflı nazal tıkanıklığın östaki tüpü paratubal yapılarında anlamlı bir değişiklik yapmadığı görüldü. Ancak bu konuda daha uzun süreli ve geniş serili klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.
OBJECTIVE: In this study, we aimed to evaluate the eustachian tube paratubal structures of patients with unilateral nasal obstruction using magnetic resonance imaging (MRI).
METHODS: Between January 2018 and December 2020, a total of 30 patients (17 males, 13 females; mean age: 56 years; range, 18 to 67 years) who were followed with a diagnosis of unilateral nasal mass in our clinic and evaluated by MRI were included in the study. The thickness, length, and mean muscle volumes of tensor veli palatini and levator veli palatini muscles were measured from the largest section obtained from the MRI sections and compared with the healthy side measurements.
RESULTS: The mean tensor veli palatini muscle thickness, length, and volume of the patients with nasal obstruction were 3.7±0.6 mm, 26.4±2.1 mm, and 2.1±0.5 cm³, respectively. The mean levator veli palatini muscle thickness, length, and volume were 5.7±0.5 mm, 23.9±2.3 mm, and 3.0±0.6 cm³, respectively. There was no statistically significant difference between the paratubal structures of the sides with and without obstruction (p>0.05).
CONCLUSION: This study showed that unilateral nasal obstruction did not pose a significant change in the eustachian tube paratubal structures. However, further large-scale, longer-term clinical studies are needed on this subject.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (633 kere görüntülendi)

7.
Dirençli epistaksisin etiyolojik faktörleri ve tedavi sürecine etkileri
Etiological factors of resistant epistaxis and their effects on treatment outcomes
Sayfalar 35 - 43
Senem Kurt Dizdar, Uğur Doğan, Mehmet Ece, Egehan Salepci, Suat Turgut
AMAÇ: Bu çalışmada, hastaneye yatış gerektiren dirençli epistaksis (DE) olgularında mevsimsel dağılım, komorbiditeler ve tedavi süreci incelendi ve DE etiyolojisi ve etiyolojiye göre uygun tedavi seçenekleri değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Ocak 2016 - Aralık 2019 tarihleri arasında Kulak, Burun, Boğaz Bölümü tarafından epistaksis tanısı konulan toplam 11370 hasta (7114 erkek, 4256 kadın; ort. yaş: 56.7±19.9 yıl; dağılım, 3-95 yıl), hastanemizin veri tabanı üzerinden geriye dönük olarak tarandı. Hastalar hastaneye yatış durumlarına göre DE ve basit epistaksis (BE) olmak üzere iki gruba ayrıldı ve başvuruların mevsimsel dağılımına bakıldı. Dirençli epistaksis grubunda yaş, antikoagülan kullanımı, hipertansiyon, yatış süresi, uygulanan tedavi yöntemleri ve kan transfüzyon parametreleri incelendi ve birbirleriyle olan ilişkileri değerlendirildi.
BULGULAR: Mevsimler arası DE oranlarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p=0.185). Hipertansiyon hastalarında konservatif yöntemler ile kanama kontrolü sağlama oranı (%57.4, p>0.001), istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek ve cerrahi müdahale ile kanama kontrolü sağlama oranı (%10.5, p=0.01), istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu. Yaşlı hastalarda (>51 yaş) anterior ve posterior tampon uygulaması (%76.9, p=0.002) ile kanama kontrolü sağlama oranı ve genç (<51 yaş) hastalarda cerrahi müdahale (%26.3, p=0.017) ile kanama kontrolü sağlama oranı istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu.
SONUÇ: Mevsimsel farklılıklar epistaksis gelişiminde etkili olabilse de, sonuçlarımız mevsimsel farklılıkların DE gelişimini ve tedavi sürecini etkilemediğini göstermektedir. Tüm bu bilgiler ışığında, DE olgularında tedavi yöntemini seçerken etiyolojik faktörlerin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
OBJECTIVE: In this study, we aimed to examine seasonal distribution, comorbidities and treatment process in resistant epistaxis (RE) cases requiring hospitalization and to evaluate the etiology of RE and appropriate treatment choices according to the etiology.
METHODS: A total of 11,370 patients (7,114 males, 4,256 females; mean age: 56.7±19.9 years; range, 3 to 95 years) diagnosed with epistaxis by the Ear, Nose and Throat Department between January 2016 and December 2019 were retrospectively screened from the hospital data base. The patients were divided into two groups as RE and simple epistaxis (SE) according to their hospitalization status and the seasonal distribution of the admissions was evaluated. Parameters including age, use of anticoagulants, hypertension, length of stay, treatment methods applied, and requirement of blood transfusion were examined and their relationships with each other were evaluated in the RE group.
RESULTS: There was no statistically significant difference in the RE rates between seasons (p=0.185). The rate of achieving bleeding control by conservative methods in hypertensive patients was statistically significantly higher (57.4%, p>0.001), while achieving bleeding control by a surgical intervention was statistically significantly lower (10.5%, p=0.01). The rate of achieving bleeding control by anterior and posterior packing in older patients (>51 years) (76.9%, p=0.002) was statistically significantly higher and the rate of achieving blood control by a surgical intervention in younger patients (<51 years) (26.3%, p=0.017) was statistically significantly higher.
CONCLUSION: Our results indicate that seasonal differences do not affect the development of RE and the treatment process, although seasonal differences may play a role in the development of epistaxis. In the light of these data, etiological factors should also be taken into consideration while choosing the treatment method in patients with RE.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (684 kere görüntülendi)

8.
İzotretinoin kullanımının vokal kord mukozası üzerindeki etkileri: Deneysel çalışma
Effects of isotretinoin use on vocal fold mucosa: An experimental study
Sayfalar 44 - 48
Ziya Salturk, Pınar Engin Zerk, Elif Aksungur, Onur Tanrısever, Tolgar Lütfi Kumral, Belgin Tutar, Güler Berkiten, Yavuz Atar, Hüseyin Sarı, Yavuz Uyar
AMAÇ: Bu çalışmada izotretinoin kullanımı ile ilişkili vokal kord epiteli üzerindeki değişiklikler incelendi.
YÖNTEMLER: Bu çalışmada 15 Nisan 2019 - 15 Mayıs 2019 tarihleri arasında 12 sağlıklı erişkin dişi Wistar albino sıçan (yaş 7 to 8 ay, ağırlık 200 to 250 g) kullanıldı. Deney grubundaki sekiz Wistar albino sıçana, oral olarak gavaj yoluyla toplam 0.5 ila 1 mg/kg/gün izotretinoin verildi. Kontrol grubundaki dört sıçana herhangi bir ilaç verilmedi ve dört hafta boyunca takip edildi. Vokal kord epitelinde meydana gelen epitelyal enflamasyon, keratoz, atrofi ve nekroz varlığını değerlendirmek için histopatolojik inceleme yapıldı.
BULGULAR: Enflamasyon derecesi açısından iki grup arasında farklılık gözlenmedi. Her iki grupta tüm epitelyal katmanlarda epitelyal atrofi izlendi. Deney grubunda tüm vokal kordlarda ortokeratotik hiperkeratoz saptandı. Granüler tabaka da, bu vokal kordların tümünde artmıştı. Kontrol grubunun vokal kord epitelinde bu değişikliklerin hiçbiri gözlenmedi.
SONUÇ: Dört haftalık izotretinoin tedavisi, sıçanlarda epitelin granüler tabakasını ve vokal kordların keratozunu artırdı.
OBJECTIVE: This study aims to examine vocal fold epithelial changes related to use of isotretinoin.
METHODS: Between April 15, 2019 and May 15, 2019, a total of 12 healthy adult female Wistar albino rats (aging 7 to 8 months, weighing 200 to 250 g) were used in this study. Totally, 0.5 to 1 mg/kg/day isotretinoin was given, orally by gavage, to eight Wistar albino rats in the experimental group. The four rats in the control group were not administered any drugs and were observed during for four weeks. A histopathological examination was performed to evaluate the presence of epithelial inflammation, keratosis, atrophy, and necrosis in the vocal fold epithelium.
RESULTS: The extent of inflammation did not significantly differ between the two groups. All epithelial linings from both groups showed epithelial atrophy. The experimental group showed orthokeratotic hyperkeratosis in all the vocal folds. The granular layer was also increased in all of these vocal folds. None of these changes were observed in the vocal folds of the control group.
CONCLUSION: A four-week isotretinoin treatment increased the granular layer of the epithelium and keratosis in the vocal folds of rats.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (2166 kere görüntülendi)