Cilt: 8  Sayı: 2 (2020)
Özetleri Gizle | << Geri
ÖZGÜN ARAŞTIRMA
1.
Türk toplumunda aurikula ve mentumun anatomik analizi
Anatomical analysis of auricle and mentum in Turkish population
Sayfalar 59 - 62
Caner Şahin
AMAÇ: Bu çalışmada Türk toplumunda aurikula ve mentum bölgesinin genel estetik profili ortaya koyuldu.
YÖNTEMLER: Bu prospektif çalışmaya 1 Şubat 2015 - 1 Mart 2015 tarihleri arasında kulak burun ve boğaz polikliniğine başvuran toplam 440 hasta (172 erkek, 268 kadın; ort. yaş 27±12.4 yıl; dağılım, 18-65 yıl) randomize olarak kabul edildi. Mastoid tip bölgesinden aurikula posterior yüz bölgesinin arka yüzüne pergel kullanılarak aurikula açılanması ölçüldü. Hastaların sağ ve sol kulakları ayrı ayrı ölçüldü. Hastalar mentumun yüz bölgesinin frontal aksıyla ilişkisine göre aynı düzlemde, geride ve önde olarak üçe ayrıldı.
BULGULAR: Hastaların 388’inde (%88) mentum orta hatta iken 22’sinde (%5) retrognati ve 30’unda (%7) prognati izlendi. Erkek ve kadın cinsiyetleri arasında istatistiksel olarak farklılık yoktu. Hastaların sağ kulakları 17.5±4.6°, sol kulakları 17.4±5.4° olarak ölçüldü. Yirmi dört hastada (%6) (14 erkek, 10 kadın) iki taraflı cerrahi uygulandı.
SONUÇ: Otoplasti ve mentoplasti ameliyatları ve maksillomandibüler işlemler kulak burun ve boğaz cerrahi işlemleri arasında sayılabilir. Yüz estetiğinin bütünlüğü için mentum, aurikula, burun ve yüz bir bütün olarak değerlendirilmelidir.
OBJECTIVE: This study aims to reveal the general aesthetic profile of the auricle and mentum region in Turkish society.
METHODS: A total of 440 patients (172 males, 268 females; mean age 27±12.4 years; range, 18 to 65 years) who applied to the ear nose and throat clinic between February 1, 2015 and March 1, 2015 were randomly accepted in this prospective study. Auricle angulation was measured from the mastoid type region to the posterior face of the auricle by using compasses. The right and left ears of the patients were measured separately. Patients were divided into three as in the same plane, behind and in front according to the relationship of the mentum with the frontal axis of the face.
RESULTS: Of the patients, while the mentum was in midline in 388 (88%), retrognathy was observed in 22 (5%) and prognathy in 30 (7%). There was no statistical difference between the male and female genders. Patients’ right ears were measured as 17.5±4.6° and left ears as 17.4±5.4°. Bilateral surgery was performed in 24 patients (6%) (14 males, 10 females).
CONCLUSION: Otoplasty and mentoplasty operations and maxillomandibular procedures can be named among the ear nose and throat surgical procedures. The mentum, auricle, nose and face should be evaluated as a whole for the integrity of facial aesthetics.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1054 kere görüntülendi)

2.
Sodyum 2-merkaptoetanesulfonatın nazal mukoza üzerindeki etkileri
Effects of sodium 2-mercaptoethanesulfonate on the nasal mucosa
Sayfalar 63 - 69
Ismail Çevik, Hasan Yasan, İbrahim Metin Çiriş, Deniz Dilek
AMAÇ: Bu çalışmada sodyum 2-merkaptoetanesulfonatın (mesna) sağlıklı nazal mukoza üzerindeki topikal etkileri araştırıldı.
YÖNTEMLER: Haziran 2017 - Kasım 2017 tarihleri arasında gerçekleştirilen çalışmada ağırlıkları 240-350 gram arasında değişen 30 Wistar albino genç erişkin erkek sıçan kullanıldı. Sıçanlar her birinde 10 sıçan olacak şekilde üç gruba randomize edildi. Grup 1’e herhangi bir işlem uygulanmadı. Grup 2’de her iki nazal kavite 14 gün boyunca distile suyla yıkandı. Grup 3’te her iki nazal kavite 14 gün boyunca %100 mesna ile yıkandı. Tüm gruplar 15. gün sakrifiye edildi. Biyopsi örnekleri hematoksilen-eozin, Masson trikrom, Alcian mavisi ve periyodik asit-Schiff ile boyandı ve histopatolojik skorlama sonuçlarına göre değerlendirildi.
BULGULAR: Histopatolojik skorlama sonuçlarına göre üç grup arasında farklılık yoktu.
SONUÇ: Sağlıklı nazal mukoza üzerine topikal mesna uygulanması nazal mukoza hasarına yol açmamaktadır.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the topical effects of sodium 2-mercaptoethanesulfonate (mesna) on healthy nasal mucosa.
METHODS: In this study, conducted between June 2017 and November 2017, used 30 young adult Wistar albino male rats weighing between 240-350 grams. Rats were randomized into three groups, with 10 rats in each. No intervention was performed in group 1. Both nasal cavities were washed with distilled water for 14 days in group 2. Both nasal cavities were washed with 100% mesna for 14 days in group 3. All groups were sacrificed on 15th day. Biopsy specimens were stained with hematoxylin-eosin, Masson’s trichrome, Alcian blue and periodic acid-Schiff and evaluated according to the histopathological scoring results.
RESULTS: There was no difference between the three groups according to histopathological scoring results.
CONCLUSION: Topical application of mesna on healthy nasal mucosa does not cause nasal mucosa damage.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1087 kere görüntülendi)

3.
Keratokonuslu hastalarda işitme durumunun değerlendirilmesi: Bir olgu-kontrol çalışması
Evaluation of hearing status in patients with keratoconus: A case-control study
Sayfalar 70 - 75
Mustafa Çelik, Erdinç Bozkurt
AMAÇ: Bu çalışmada keratokonuslu hastaların işitme durumu değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Kasım 2018-Nisan 2019 tarihleri arasında gerçekleştirilen bu olgu-kontrol çalışmasına 23’ü (12 erkek, 11 kadın; ort. yaş 31.6±7.8 yıl; dağılım, 20-46 yıl) keratokonus tanısı almışken 33’ünde (13 erkek, 20 kadın; ort yaş 30.8±4.4 yıl; dağılım, 18-49 yıl) hiçbir göz hastalığı olmayan (kontrol grubu) 56 denek (25 erkek, 31 kadın; ort. yaş 31.2±7.5 yıl; dağılım, 18-49 yıl) dahil edildi. Tüm hastalarda saf ses odyometrisi, immitansmetrik ölçümler ve işitsel beyin sapı yanıtı testleri uygulandı. Grupların odyolojik test sonuçları karşılaştırıldı.
BULGULAR: Grupların yaş ve cinsiyet dağılımı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (sırasıyla, p=0.336 ve p=0.125). Kontrol grubunda 2000 Hz’deki akustik refleks değeri keratokonus grubundan anlamlı şekilde yüksekti (p=0.030; p<0.05). Grupların diğer akustik refleks ölçümlerinde anlamlı farklılık yoktu (tüm p değerleri >0.05). İşitsel beyin sapı yanıtı testi ölçümlerinde I-III, III-V ve I-V dalga gecikmeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (tüm p değerleri >0.05).
SONUÇ: Bu çalışmanın sonuçlarına göre, keratokonuslu hastalarda işitme kaybı beklenmemektedir. Dolayısıyla, bu hastalarda rutin işitme muayenesine gerek olmadığına inanıyoruz. Daha büyük örneklem boyutları olan, uzun süreli takip çalışmaları gereklidir.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the hearing status of patients with keratoconus.
METHODS: This case-control study, conducted between November 2018 and April 2019, included 56 subjects (25 males, 31 females; mean age 31.2±7.5 years; range, 18 to 49 years) 23 of whom (12 males, 11 females; mean age 31.6±7.8 years, 20 to 46 years) were diagnosed with keratoconus while 33 (13 males, 20 females; mean age 30.8±4.4 years; range, 18 to 49 years) had no eye disease (control group). Pure tone audiometry, immitansmetric measurements, and auditory brainstem response tests were performed in all patients. Audiological test results of the groups were compared.
RESULTS: There was no statistically significant difference between the age and gender distribution of the groups (p=0.336 and p=0.125, respectively). In the control group, the acoustic reflex value of 2,000 Hz was significantly higher than the keratoconus group (p=0.030; p<0.05). There was no significant difference in the other acoustic reflex measurements of the groups (all p values >0.05). There was no statistically significant difference between the I-III, III-V, and I-V wave latencies in the auditory brainstem response test measurements (all p values >0.05).
CONCLUSION: According to the results of this study, hearing loss is not expected in patients with keratoconus. Therefore, we believe that there is no need for a routine hearing examination in such patients. Long-term follow-up studies with larger sample sizes are needed.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (634 kere görüntülendi)

4.
Ameliyat sonrası ödemi önlemek için piezocerrahi ve antiinflamatuvar ilaç kullanımı: Lateral nazal radyografi kullanarak objektif değerlendirme
Use of piezosurgery and an anti-inflammatory medication to prevent postoperative edema: Objective assessment using lateral nasal radiography
Sayfalar 76 - 82
Ali Seyed Resuli
AMAÇ: Bu çalışmada rinoplasti sonrasında piezocerrahi uygulanır ve antiinflamatuvar ajanlar reçetelenirse ödem dahil morbiditelerin önlenip önlenemeyeceği araştırıldı.
YÖNTEMLER: Aralık 2019 - Mart 2019 tarihleri arasında gerçekleştirilen bu prospektif çalışmaya açık rinoplasti geçirdi 96 hasta (57 erkek, 39 kadın; ort. yaş 25.6 yıl; dağılım, 18-35 yıl) dahil edildi. Hastalar randomize şekilde dört gruba ayrıldı: grup 1 konvansiyonel osteotomi geçirdi, grup 2’ye bir antiinflamatuvar ajan reçetelemesiyle konvansiyonel osteotomi uygulandı, grup 3’e piezocerrahi uygulandı ve grup 4’e bir antiinflamatuvar ajan reçetelemesiyle piezocerrahi uygulandı. Ameliyat sonrası ödem bir, üç ve yedinci günlerde lateral nazal radyografi yoluyla değerlendirildi.
BULGULAR: Nazal ödem skorları konvansiyonel değil, piezoelektrik osteotomi uygulandığında anlamlı şekilde daha düşüktü. Antiinflamatuvar ajan konvansiyonel osteotomiden bir gün sonra ödemi anlamlı şekilde azalttı fakat ajanın her iki tip cerrahiden sonra diğer hiçbir zamanda etkisi olmadı.
SONUÇ: Piezocerrahi, rinoplastik osteotomiden sonra ödemi etkili şekilde önler. Tek doz antiinflamatuvar terapi konvansiyonel cerrahi sonrası bir günden sonra etkili değilken piezocerrahi sonrası hiç etkili değildi. Lateral nazal radyografi doğru, pratik, kolay erişilebilir, masrafsız ve objektiftir.
OBJECTIVE: This study aims to investigate if morbidities after rhinoplasty, including edema, can be prevented if piezosurgery is employed and anti-inflammatory agents are prescribed.
METHODS: This prospective study, conducted between December 2019 and March 2020, included 96 patients (57 males, 39 females; mean age 25.6 years; range, 18 to 35 years) who underwent open rhinoplasty. Patients were randomly divided into four groups: group 1 underwent conventional osteotomy, group 2 was performed conventional osteotomy with prescription of an anti-inflammatory agent, group 3 was performed piezosurgery, and group 4 was performed piezosurgery with prescription of an anti-inflammatory agent. Postoperative edema was evaluated via lateral nasal radiography on days one, three, and seven.
RESULTS: Nasal edema scores were significantly lower when piezoelectric rather than conventional osteotomy was performed. An anti-inflammatory agent significantly reduced edema one day after conventional osteotomy but the agent had no effect at any other time after either type of surgery.
CONCLUSION: Piezosurgery effectively prevents edema after rhinoplastic osteotomy. Single dose anti-inflammatory therapy was not effective later than one day after conventional surgery and not at all after piezosurgery. Lateral nasal radiography is accurate, practical, easily accessible, inexpensive, and objective.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (780 kere görüntülendi)

5.
Larenks kanserlerinde boyun lenf nodu tutulumunu ve ekstrakapsüler yayılımı etkileyen faktörlerin araştırılması
Investigation of factors affecting neck lymph node involvement and extracapsular spread in laryngeal cancers
Sayfalar 83 - 88
Hakkı Caner İnan, Haydar Murat Yener
AMAÇ: Bu çalışmada larenks kanseri hastalarında boyun metastazını ve ekstrakapsüler yayılımı etkileyebilecek klinik ve patolojik etkenler araştırıldı.
YÖNTEMLER: Bu retrospektif çalışmaya Ocak 2016 - Aralık 2018 tarihleri arasında larenks skuamöz hücreli karsinomu nedeniyle ameliyat edilen 56 hasta (53 erkek, 3 kadın; ort. yaş 60.8±9.5 yıl; dağılım, 34-84 yıl) dahil edildi. Hastalar boyun metastazı olan ve olmayanlar olarak iki gruba ayrıldı. Boyun metastazı grubu ekstrakapsüler yayılımı olan ve olmayanlar olarak iki gruba ayrıldı. Tümörün yerleşim yerinin, ameliyat öncesi bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans görüntülerinden ölçülen tümör volümünün, kan damarı, tiroid kıkırdak, perinöral ve lenfatik invazyonun boyun lenf nodu tutulumuna ve ekstrakapsüler yayılıma etkisi araştırıldı.
BULGULAR: Olguların %30.4’ünde (n=17) tümör (T)3-T4 glottik, %60.6’sında (n=39) T1-T4 supraglottik tümör saptandı. Hastaların %17.9’unda sadece lenf nodu tutulumu, %25’inde ise lenf nodu tutulumuyla beraber ekstrakapsüler yayılım görüldü. Supraglottik alanın tutulumu istatistiksel olarak anlamlı şekilde boyun metastazı riskini 6.756 kat, ekstrakapsüler yayılım riskini 9.258 kat artırdı (p=0.016).
SONUÇ: Supraglottik tümörlerde ileri glottik tümörlere kıyasla lenf nodu tutulumu ve ekstrakapsüler yayılım riski daha yüksektir. Supraglottik alandaki tümörlerin evrelenmesi ve lokorejyonel kontrolü açısından boyun diseksiyonu önemlidir.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the clinical and pathological factors that may affect neck metastasis and extracapsular spread in laryngeal cancer patients.
METHODS: Between January 2016 and December 2018, 56 patients (53 males, 3 females; mean age 60.8±9.5 years; range, 34 to 84 years) operated for laryngeal squamous cell carcinoma were included in this retrospective study. Patients were divided into two groups as those with and without neck metastasis. The neck metastasis group was divided into two groups as those with and without extracapsular spread. The effect of tumor localization, tumor volume measured from preoperative computed tomography or magnetic resonance images, vascular, thyroid cartilage, perineural and lymphatic invasion on neck lymph node involvement and extracapsular spread was investigated.
RESULTS: In 30.4% of the cases (n=17), tumor (T)3-T4 glottic and in 60.6% (n=39) T1-T4 supraglottic tumors were detected. While only lymph node involvement was seen in 17.9% of the patients, 25% had extracapsular spread with lymph node involvement. The involvement of the supraglottic area increased the risk of neck metastasis by 6.756 fold and the risk of extracapsular spread by 9.258 fold statistically significantly (p=0.016).
CONCLUSION: Supraglottic tumors have a higher risk of lymph node involvement and extracapsular spread compared to advanced glottic tumors. Neck dissection is important for staging and locoregional control of the tumors in the supraglottic area.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (731 kere görüntülendi)

6.
Tıp öğrencilerinin obstrüktif uyku apnesi sendromu hakkında bilgi ve tutumlarının tıkayıcı uyku apnesi bilgi ve tutumlar anketi yoluyla değerlendirilmesi
An assessment of the knowledge and attitudes of medical students about obstructive sleep apnea syndrome via obstructive sleep apnea knowledge and attitudes questionnaire
Sayfalar 89 - 96
Mustafa Çelik
AMAÇ: Bu çalışmada Türk tıp fakültesi öğrencilerinin tıkayıcı uyku apnesi sendromu (TUAS) hakkında bilgi düzeyleri ve tutumları araştırıldı.
YÖNTEMLER: Temmuz 2018 - Aralık 2018 tarihleri arasında yapılan bu kesitsel anket temelli çalışmaya toplam 94 öğrenci (58 erkek, 36 kadın; ort. yaş 21.6±1.9 yıl; dağılım, 19-33 yıl) dahil edildi. Tüm katılımcılardan tıkayıcı uyku apnesi bilgi ve tutumlar (TUABT) anketini doldurmaları istendi. Katılımcılar tıp fakültesindeki sınıflarına göre üç gruba ayrıldı ve bu grupların TUABT anketine yanıtları karşılaştırıldı.
BULGULAR: Gruplar arasında ortalama toplam bilgi skorlarında (p=0.057) istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Ortalama toplam önem skoru 6.4±1.5 iken ortalama toplam güven skoru 8.9±1.8 ve ortalama toplam tutum skoru 14.4±2.4 idi. Gruplar arasında toplam önem skoru, toplam güven skoru ve toplam tutum skoru açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (tüm p değerleri >0.05). Toplam tutum skoru ve toplam bilgi skoru arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki yoktu (r=0.156, p=0.134).
SONUÇ: Türk tıp fakültesi öğrencilerinin TUAS hakkında bilgi düzeyi önceki çalışmalardan göreceli olarak daha iyi olsa da beklenen düzeyde değildir.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the knowledge levels and attitudes of Turkish medical faculty students regarding obstructive sleep apnea syndrome (OSAS).
METHODS: A total of 94 students (58 males, 36 females; mean age 21.6±1.9 years; range, 19 to 33 years) were included in this cross-sectional questionnaire-based study conducted between July 2018 and December 2018. All participants were asked to fill the obstructive sleep apnea knowledge and attitudes (OSAKA) questionnaire. Participants were divided into three groups according to their years at the medical faculty and the responses of these groups to OSAKA questionnaire were compared.
RESULTS: There was no statistically significant difference between the groups in the mean total knowledge scores (p=0.057). The mean total importance score was 6.4±1.5, whereas the mean total confidence score was 8.9±1.8 and the mean total attitude score was 14.4±2.4. There was no statistically significant difference between the groups in terms of total importance score, total confidence score, and total attitude score (all p values >0.05). There was no statistically significant correlation between total attitude score and total knowledge score (r=0.156, p=0.134).
CONCLUSION: Although the level of knowledge of Turkish medical students regarding OSAS is relatively better than the previous studies, it is not at the expected level.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (705 kere görüntülendi)

7.
Kronik otitis medialı hastalarda ameliyat öncesi nötrofil/, platelet/, eozinofil/, bazofil/lenfosit ve lenfosit/monosit oranları kemikçik zincir hasarını öngörmede kullanılabilir mi? Retrospektif bir çalışma
Can preoperative neutrophil/, platelet/, eosinophil/, basophil/lymphocyte, and lymphocyte/monocyte ratios be used to predict ossicular chain disruption in patients with chronic otitis media? A retrospective study
Sayfalar 97 - 103
Zehra Çınar, Özgür Yiğit, Ayşe Pelin Yiğider
AMAÇ: Bu çalışmada kemikçik zincir hasarı olan kronik otitis medialı hastalarda enflamasyon belirteci olarak platelet/lenfosit, nötrofil/lenfosit, eozinofil/lenfosit, bazofil/lenfosit ve lenfosit/monosit oranları arasındaki olası ilişki ve bu belirteçlerin ameliyat öncesi dönemde kemikçik zincir hasarını öngörmede kullanılabilirliği ortaya konuldu.
YÖNTEMLER: Bu retrospektif çalışmaya Ocak 2017 - Aralık 2019 tarihleri arasında kliniğimizde kolesteatomsuz kronik otitis media nedeniyle tip 1 (kemikçik zincir intakt grup, n=24) ve tip 2 (kemikçik zincir intakt olmayan grup, n=19) timpanoplasti uygulanan 43 hasta (19 erkek, 24 kadın; ort. yaş 32 yıl; dağılım, 15-65 yıl) dahil edildi. Hastalar yaş, taraf, cinsiyet, ameliyat öncesi saf ses odyometrisi eşikleri, hava kemik aralığı değeri, perforasyon büyüklüğü ve yerleşimi ve orta kulak durumu açısından değerlendirildi. Ameliyat öncesi tam kan sayımı, nötrofil/lenfosit oranı (NLO), platelet/lenfosit oranı (PLO), eozinofil/lenfosit oranı (ELO), bazofil lenfosit oranı (BLO) ve lenfosit/monosit oranı (LMO) değerleri kaydedildi. Her iki grup bu parametreler açısından istatistiksel olarak birbiriyle karşılaştırıldı.
BULGULAR: Kemikçik zincir intakt grupta hava kemik aralığı değeri kemikçik zincir intakt olmayan gruba kıyasla anlamlı olarak daha düşüktü (p<0.05). Platelet, nötrofil, lenfosit, eozinofil, monosit ve bazofil sayımları gruplar arasında anlamlı farklılık göstermedi (p>0.05). Platelet/lenfosit, nötrofil/lenfosit, eozinofil/lenfosit, lenfosit/monosit ve bazofil/lenfosit oranları da gruplar arasında anlamlı farklılık göstermedi (p>0.05).
SONUÇ: Kronik otitis media nedeniyle cerrahi uygulanacak hastalarda enflamasyon belirteci olarak NLO, PLO, ELO, BLO ve LMO ameliyat öncesi dönemde kemikçik zincir hasarını öngörmede kullanılabilir değildir.
OBJECTIVE: This study aims to demonstrate the possible relationship between platelet/lymphocyte, neutrophil/lymphocyte, eosinophil/lymphocyte, basophil/lymphocyte and lymphocyte/monocyte ratios as markers of inflammation and the usefulness of these markers to predict ossicular chain disruption (OCD) in the preoperative period in chronic otitis media patients with ossicular chain disruption.
METHODS: This retrospective study included 43 patients (19 males, 24 females; mean age 32 years; range, 15 to 65 years) who were performed type 1 (intact ossicular chain group, n=24) and type 2 (non-intact ossicular chain group, n=19) tympanoplasty due to chronic otitis media without cholesteatoma in our clinic between January 2017 and December 2019. Patients were evaluated in terms of age, side, gender, preoperative pure-tone audiometry thresholds, air-bone gap value, size and localization of perforation, and middle ear status. Preoperative complete blood count, neutrophil/lymphocyte ratio (NLR), platelet/lymphocyte ratio (PLR), eosinophil/lymphocyte ratio (ELR), basophil/lymphocyte ratio (BLR), and lymphocyte/monocyte ratio (LMR) values were recorded. Both groups were compared to each other statistically in terms of these parameters.
RESULTS: Air-bone gap value of intact ossicular chain group was significantly lower than non-intact ossicular chain group (p<0.05). Platelet, neutrophil, lymphocyte, eosinophil, monocyte, and basophil counts did not differ significantly between the groups (p>0.05). Platelet/lymphocyte, neutrophil/lymphocyte, eosinophil/lymphocyte, lymphocyte/monocyte, and basophil/lymphocyte ratios also did not differ significantly between the groups (p>0.05).
CONCLUSION: Inflammation markers of NLR, PLR, ELR, BLR, and LMR are not useful to predict OCD in the preoperative period in patients who are to undergo surgery due to chronic otitis media.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (816 kere görüntülendi)

8.
Parafarengeal bölgeye minimal invaziv yaklaşım: Nazal spekulumun olağan dışı kullanımı
Minimally-invasive approach to parapharyngeal space: Extraordinary use of nasal speculum
Sayfalar 104 - 108
Emine Deniz Gözen, Murat Yener, Burak Erdur, Harun Cansız
AMAÇ: Bu çalışmada parafarengeal bölge (PB) tümörlerinin çıkarılmasında Killian’ın nazal spekulumunun cerrahi alanın ekartasyonu ve kitlenin diseksiyonu için kullanımı konusunda klinik deneyimimiz ve cerrahi sonuçlar sunuldu.
YÖNTEMLER: Bu retrospektif çalışmaya Ocak 2014 ve Ekim 2017 tarihleri arasında PB tümörü tanısı konulan ve cerrahi olarak tedavi edilen 13 hasta (6 erkek, 7 kadın; medyan yaş 28 yıl; dağılım, 3-63 yıl) dahil edildi. Tüm hastalara nazal spekulum yardımı ile transoral veya transservikal eksizyon uygulandı.
BULGULAR: Parafarengeal kitleyi çıkarmak için nazal spekulum yardımı ile transoral (n=4) veya transservikal (n=9) eksizyon yapıldı. Dört hastada kitle malign [rabdomiyosarkom (n=1), düşük evre miyofibroblastik sarkom (n=1), malign schwannom (n=1) ve adenokarsinom (n=1)] iken dokuz hastada tümör benign idi: pleomorfik adenom (n=4), schwannom (n=3), paraganglion (n=1) ve ganglionöroma (n=1). Ameliyat sonrası komplikasyonlar tek taraflı vokal kord paralizisi (n=2) ve tek taraflı hypoglossus paralizisi (n=1) idi. Ortalama üç yıllık takipte hiçbir hastada nüks görülmedi.
SONUÇ: Kompleks anatomik yapısı ve majör damar ve sinir içeriği nedeniyle PB cerrahisi hala zordur ve çeşitli ekipmanlar ile teknolojik araçların yardımını gerektirir. Killian’ın uzun bıçaklı nazal spekulumu minimal insizyon ile güvenli ameliyatlar yapılmasına yardımcı olabilir. Tekniğin gerektiğinde endoskop ya da mikroskop ile birleştirilmesi daha iyi görüntü ve daha az komplikasyon ile cerrahi rahatlığı artırır.
OBJECTIVE: This study aims to present our clinical experience and surgical outcomes of removal of parapharyngeal space (PPS) tumors by the use of Killian’s nasal speculum for retraction of the surgical field and dissection of the mass.
METHODS: This retrospective study included 13 patients (6 males, 7 females; median age 28 years; range, 3 to 63 years) diagnosed and surgically treated for PPS tumors between January 2014 and October 2017. All patients underwent nasal speculum-assisted transoral or transcervical excision.
RESULTS: Nasal speculum-assisted transoral (n=4) or transcervical (n=9) excision was performed to remove parapharyngeal mass. Four patients had malignant mass [rhabdomyosarcoma (n=1), low grade myofibroblastic sarcoma (n=1), malignant schwannoma (n=1) and adenocarcinoma (n=1)] while nine patients had benign tumors: pleomorphic adenoma (n=4), schwannoma (n=3), paraganglioma (n=1) and ganglioneuroma (n=1). Postoperative complications were unilateral vocal cord paralysis (n=2) and unilateral hypoglossal paralysis (n=1). None of the patients had recurrence at a mean of three-year follow up.
CONCLUSION: Due to its complex anatomical structure and major vascular and neural contents, the surgery of PPS is still a challenge and requires the help of various equipment and technological tools. Killian’s long bladed nasal speculum may aid in performing safe operations with minimal incision. Combining the technique with endoscopes or microscopes when necessary increases surgical comfort with better vision and lesser complications.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (691 kere görüntülendi)

9.
Selektif disventilasyon sendromu: Anatomik ve klinik özellikler
Selective dysventilation syndrome: Anatomical and clinical features
Sayfalar 109 - 115
Filiz Gülüstan, Emine Demir
AMAÇ: Bu çalışmada izole attik kolesteatomu nedeniyle cerrahi geçirip selektif disventilasyon sendromu (SDVS) tanısı konulan hastaların klinik özellikleri değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Ocak 2016 - Eylül 2017 tarihleri arasında izole attik kolesteatomu nedeniyle ameliyat edilen 33 SDVS hastasının (20 erkek, 13 kadın; ort. yaş 31.8 yıl; dağılım, 17-56 yıl) ameliyat öncesi ve sonrası klinik verileri retrospektif olarak incelendi ve kaydedildi. Mastoid gelişim ameliyat öncesi temporal kemik bilgisayarlı tomografi görüntülerinden değerlendirildi. Ameliyat öncesi ve sonrası birinci yıl saf ses odyometri sonuçları kaydedildi. Ameliyat sırasında elde edilen bulgulara dayanılarak hastalar epitimpanik diyafram/attik havalanma paternine göre üç gruba ayrıldı. Bu üç grubun verileri istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
BULGULAR: On yedi tip A (timpanik istmus blokajı+tam tensör fold), 10 tip B (timpanik istmus blokajı+attik dikey blokajı+tam olmayan/tam tensör fold) ve altı tip C (attik tam epidermizasyonu+tam tensor fold) hasta vardı. Tüm gruplarda en yaygın yakınma otore idi. Grup A ve B’de genellikle timpan membranda hafif retraksiyon gözlenirken grup C’de ileri düzey retraksiyon gözlenlendi (p=0.002). Her grupta belirgin mastoid hipopnömotizasyon vardı ve mastoid gelişim grup C’de anlamlı olarak daha kötüydü (p=0.023). Ayrıca, fasiyal dehissans ve nüks oranları grup C’de anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla, p=0.006, p=0.011).
SONUÇ: Epitimpanumda selektif disventilasyon, hafif retraksiyon arkasında kolesteatom gibi kronik orta kulak hastalıklarına neden olabilir. Bu durumun tetiklenmesinde disventilasyonun neden olduğu mastoid hipopnömotizasyonun katkısı yadsınamaz. Cerrahi sırasında, özellikle izole epitimpanum patolojilerinde, epitimpanik diyafram dikkatle değerlendirilmelidir.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the clinical features of patients who underwent surgery for isolated attic cholesteatoma and were diagnosed with selective dysventilation syndrome (SDVS).
METHODS: Pre- and postoperative clinical data of 33 SDVS patients (20 males, 13 females; mean age 31.8 years; range, 17 to 56 years) operated on for isolated attic cholesteatoma between January 2016 and September 2017 were retrospectively examined and recorded. Mastoid development was evaluated from preoperative temporal bone computed tomography images. Pre- and postoperative first year pure tone audiometry test results were recorded. Based on intraoperative findings, patients were divided into three groups according to epitympanic diaphragm/attic aeration pattern. The data of these three groups were compared statistically.
RESULTS: There were 17 type A (tympanic istmus blockage+complete tensor fold), 10 type B (tympanic istmus blockage+attical vertical blockage+incomplete/complete tensor fold) and six type C (complete epidermization of the attic+complete tensor fold) patients. The most common complaint in all groups was otorrhea. In groups A and B, mild retraction was generally observed in the tympanic membrane, whereas advanced retraction was observed in group C (p=0.002). There was evident mastoid hypopneumatization in each group and mastoid development was significantly worse in group C (p=0.023). In addition, facial dehiscence and recurrence rates were significantly higher in group C (p=0.006, p=0.011, respectively).
CONCLUSION: Selective dysventilation in the epitympanum may cause chronic middle ear diseases such as cholesteatoma behind mild retraction. The mastoid hypopneumatization caused by dysventilation is also undeniable in triggering this condition. During the surgery, particularly in isolated epitympanum pathologies, epitympanic diaphragm should be carefully evaluated.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (901 kere görüntülendi)

OLGU SUNUMU
10.
Waardenburg sendromu: Olgu sunumu
Waardenburg syndrome: Case report
Sayfalar 116 - 118
Gamze Öztürk, Erdem Atalay Çetinkaya, Muhammet Yıldız, Özgür Erdem, Gökhan Yılmaz, Özer Erdem Gür
Waardenburg sendromu otozomal dominant geçişli işitsel-pigmenter bir sendromdur. On dört yaşında bir erkek hasta sol kulakta doğuştan işitme kaybı ve görme kaybı yakınmaları ile kliniğimize başvurdu. Sol kulakta 500, 1000 ve 2000 Hz’de 30 dB, 4000 Hz’de 35 dB sensörinöral işitme kaybı tespit edildi. En iyi düzeltilmiş görme keskinliği sol gözde 0.5, sağ gözde tamdı. İris heterokromisi vardı. Göz dibi incelemesinde sağ göz doğal görünümde, sol göz retinası albinoid görünümdeydi. Fizik incelemede karın cildinde vitiligo benzeri hipopigmente lezyon, poilozis, distopia kantorumu ve sol hafif mandibüler hipoplazi tespit edildi. Sendrom, başta karın muayenesi olmak üzere ilgili branşlara konsülte edilerek tarandı. Sistemik ve genetik inceleme yapıldı. Öyküsündeki sol kulakta doğuştan işitme kaybı ve erken yaşta saç beyazlaşması bulgularına dayanılarak hastaya tip 1 Waardenburg sendromu tanısı konuldu. İşitme ve görme takibi önerildi. Bu olgu sunumunun amacı Waardenburg sendromunu tanımlamak ve hastalığın etyopatogenezini, kalıtımını ve klinik bulgularını kısa literatür derlemesi ile gözden geçirmektir.
Waardenburg syndrome is an autosomal dominant inherited auditory-pigmentary syndrome. A 14-year-old male patient presented to our clinic with complaints of congenital hearing loss in his left ear and vision loss. Sensorineural hearing loss was detected in the left ear at 30 dB at 500, 1,000 and 2,000 Hz and at 35 dB at 4,000 Hz. The best-corrected visual acuity was 0.5 in the left eye and full in the right eye. Iris heterochromia was present. In the fundus examination, the right eye had a natural appearance and the left eye retina had an albinoid appearance. On physical examination, vitiligo-like hypopigmented lesion on the skin of the abdomen, poilosis, dystopia cantorum and left mild mandibular hypoplasia were detected. Relevant pediatric consultations were requested, especially abdominal examination. Systemic and genetic examination was performed. Based on the findings of congenital hearing loss in the left ear and early-age hair whitening, the patient was diagnosed with type 1 Waardenburg syndrome. Hearing and vision monitoring was recommended. The aim of this case report is to describe Waardenburg syndrome and to review the etiopathogenesis, heredity and clinical findings of the disease with a brief review of the literature.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (996 kere görüntülendi)