Cilt: 7  Sayı: 3 (2019)
Özetleri Gizle | << Geri
ÖZGÜN ARAŞTIRMA
1.
Çocuklarda orta kulak patolojisini belirlemede yaşa bağlı prob ton seçiminin önemi
The importance of age-related probe tone selection in determining middle ear pathology in children
Sayfalar 115 - 119
Hülya Göçmenler, Ufuk Derinsu
AMAÇ: Bu çalışmada, 0-24 ay yaş aralığındaki çocuklarda 1000 Hz ve 226 Hz timpanometri testi sonuçları kulak burun boğaz muayene bulguları temel alınarak karşılaştırıldı ve orta kulak patolojisini saptamada prob ton seçimine hangi yaş aralığında öncelik verilmesi gerektiği belirlendi.
YÖNTEMLER: Sağlıklı 40 çocukta (20 erkek, 20 kız; ort. yaş 12.7 ay; dağılım, 0-24 ay) kulak burun boğaz otoskopik muayenesinin ardından 226 Hz ve 1000 Hz timpanometri uygulandı. Prob ton seçimi ve timpanometri parametreleri sırasıyla 0-6 ay, 6-12 ay, 12-18 ay, 18-24 ay yaş aralığındaki 10, 11, 9 ve 10 bireyden oluşan dört grupta karşılaştırıldı.
BULGULAR: Sıfır-6 ay ve 12-18 ay aralığındaki bebeklerin otoskopi muayene bulguları ile farklı prob ton timpanogram bulguları arasında anlamlı bir ilişki yoktu (p>0.05). Altı-12 aralığındaki bebeklerde sol kulaktaki 1000 Hz timpanogram ve otoskopi muayene bulguları dışında ve 18-24 ay aralığındaki bebeklerde ise sağ kulaktaki 226 Hz timpanogram ve otoskopi muayene bulguları dışında bebeklerin otoskopi muayene bulguları ile farklı prob ton timpanogram bulguları arasında anlamlı bir ilişki yoktu (p<0.05).
SONUÇ: Orta kulak patolojisi tanısı koyabilmek için yüksek frekans timpanometri kullanımı gereken öncelikli bir yaş grubu belirlenemedi.
OBJECTIVE: This study aims to compare the results of 1,000 Hz and 226 Hz tympanometry test results in children aged between 0-24 months based on ear-nose-throat examination findings and to determine the age range in which probe tone selection should be prioritized in detecting middle ear pathology.
METHODS: Otoscopic examination of ear-nose-throat was performed in 40 healthy children (20 males, 20 females; mean age 12.7 month; range, 0 to 24 months), followed by 226 Hz and 1,000 Hz tympanometry. The probe tone selection and the tympanometry parameters were compared in four groups of 10, 11, 9, and 10 individuals within age ranges of 0-6 months, 6-12 months, 12-18 months, and 18-24 months, respectively.
RESULTS: There was no significant relationship between otoscopy examination findings and different probe tone tympanogram findings in infants between 0-6 months and 12-18 months (p>0.05). There was no significant correlation between otoscopy examination findings and different probe tone tympanogram findings in infants aged 6-12 except 1,000 Hz tympanogram and otoscopy examination findings in the left ear, and 226 Hz tympanogram and otoscopy examination findings in the right ear in infants aged 18-24 months (p<0.05).
CONCLUSION: No primary age group was identified, which required the use of high-frequency tympanometry to establish a diagnosis of middle ear pathology.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (4752 kere görüntülendi)

2.
Computed tomography analysis of concomitance of concha bullosa, septal deviation and maxillary sinusitis
Konka bülloza, septum deviasyonu ve maksiller sinüzit birlikteliğinin bilgisayarlı tomografi analizi
Sayfalar 120 - 125
Semra Külekçi, Çiğdem Kalaycık Ertugay, Barış Naiboğlu, Kaan Meriç, Ebru Doğaner, Shahrouz Sheideai
AMAÇ: Bu çalışmada paranazal sinüs bilgisayarlı tomografi (BT) kullanılarak konka bülloza (KB), nazal septum deviasyonu (NSD) ve maksiller sinüzitin ilişkisi araştırıldı.
YÖNTEMLER: Radyoloji bölümüne sevk edilen 205 hastanın (86 erkek, 119 kadın; ort. yaş 38.2±14.7 yıl; dağılım, 10-85 yıl) paranazal sinüs BT bulguları retrospektif olarak incelendi. Sinonazal bölgeyle ilgili olası yakınması olan hastalara BT uygulandı. Nazal ve/veya paranazal cerrahi öyküsü olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Koronal BT kesitleri KB, NSD, maksiller sinüsteki mukozal kalınlaşma (MK) ve maksiller sinüs ostiumu açısından incelendi.
BULGULAR: Tek taraflı KB ve kontralateral NSD arasında güçlü ilişki vardı (p=0.02). Mukozal kalınlaşma ve NSD arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki yoktu (p=0.18). Mukozal kalınlaşma, KB ve NSD arasında tarafları açısından anlamlı ilişki yoktu. Mukozal kalınlaşma ve maksiller sinüs ostium genişliği arasında ilişki yoktu.
SONUÇ: Çalışma bulgularımız KB’nin kontralateral NSD ile ilişkili olduğunu gösterdi. Buna bağlı olarak, NSD’si olan hastalarda nazal septum cerrahisi öncesi KB varlığını araştırmak için paranazal BT gerekli olabilir.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the association of concha bullosa (CB), nasal septal deviation (NSD), and maxillary sinusitis using paranasal sinus computed tomography (CT).
METHODS: We retrospectively reviewed the paranasal sinus CT findings of 205 patients (86 males, 119 females; mean age 38.2±14.7 years; range, 10-85 years) referred to the department of radiology. We performed CT to patients with possible complaints related to the sinonasal region. Patients with a history of nasal and/or paranasal surgery were excluded from the study. Coronal CT sections were examined for CB, NSD, mucosal thickening (MT) of maxillary sinus and maxillary sinus ostium.
RESULTS: There was a strong association between unilateral CB and contralateral NSD (p=0.02). There was no statistically significant association between MT and NSD (p=0.18). There was no significant association between MT, CB and NSD in terms of their sides. There was no association between MT and the width of maxillary sinus ostium.
CONCLUSION: Our study findings showed that CB was associated with contralateral NSD. Thus paranasal CT might be needed in patients with NSD before nasal septal surgery to investigate the presence of CB.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (834 kere görüntülendi)

3.
Paranazal sinüs mukoselleri: Tanı ve tedavi yaklaşımımız
Paranasal sinus mucoceles: Our diagnosis and treatment approach
Sayfalar 126 - 133
Ibrahim Erdim, Battal Tahsin Somuk, Emrah Sapmaz
AMAÇ: Bu çalışmada paranazal sinüs mukoselinde tanı ve tedavi yaklaşımımız sunuldu.
YÖNTEMLER: Ocak 2010 - Eylül 2018 tarihleri arasında kliniğimize başvuran ve paranazal sinüs mukoseli tanısıyla cerrahi olarak tedavi edilen toplam 11 hasta (5 erkek, 6 hasta; ort. yaş 54.0±15.3 yıl; dağılım, 29-79 yıl) çalışmaya alındı. Hastaların demografik bilgileri, başvuru şikâyetleri, fizik muayene bulguları, radyolojik bulguları ve cerrahi teknik ve sonuçları değerlendirildi.
BULGULAR: Ortalama takip süresi 22.9±8.4 ay idi. Hastaların en sık başvuru şikâyeti göz (n=3) ve yüz (n=4) ile ilgili bulgulardı. İki hastada göz ve yüz ile ilgili şikâyetler birlikteydi. İki hastada ise baş ağrısı görüldü. Baş ağrısı olan hastaların birinde başvuru anında Pott’un şişkin tümörü saptandı. Hastaların birinde mukosel ile birlikte inverted papillom mevcuttu. Gözde yer değişikliği olan hastaların birinde aynı taraf kaş lateralinde fistül ve pürülan sekresyon gelişi izlendi. Hastaların yedisi endoskopik olarak tedavi edilirken, dördü kombine (açık + endoskopik) yaklaşım ile tedavi edildi. Kombine tedavide üç hastada kaş içi insizyonla frontal sinüse müdahale edilirken, bir hastada Caldwell-Luc yaklaşımıyla maksiller sinüse müdahale edildi. Endoskopik olarak tedavi edilen frontal sinüs mukoselli hastalardan birinde takip sırasında nüks görüldü ve bu hasta kombine yaklaşımla tedavi edildi.
SONUÇ: Orbitada yer değişikliği, yüzde ve frontal bölgede şekil bozukluğu ile seyreden durumlarda paranazal sinüs mukoselleri de akla gelmelidir. Tedavisi cerrahi olmakla birlikte, kesin bir tedavi yaklaşımı yoktur. Ameliyat sonrası takipler sırasında hastanın şikâyetlerinin ve muayene bulgularının tekrarlaması nüks açısından uyarıcı olmalıdır.
OBJECTIVE: In this study, we present our diagnosis and treatment approach for paranasal sinus mucocele.
METHODS: Between January 2010 and September 2018, a total of 11 patients (5 males, 6 females; mean age 54.0±15.3 years; range, 29 to 79 years) who were diagnosed with paranasal sinus mucoceles and treated surgically were included in the study. Demographic characteristics of the patients, complaints on admission, physical examination findings, radiological findings and surgical technique and results were evaluated.
RESULTS: The mean follow-up was 22.9±8.4 months. The most frequent complaints were about eye (n=3) and face (n=4) findings. Two patients had eye complaints accompanied by face complaints. Two patients had headache. One of the patients who had headache was diagnosed with a Potts’ puffy tumor at the time of admission. One patient had an inverted papilloma together with mucocele. Fistula and purulent secretion flowing from the lateral eyebrow were seen in one patient who had orbital displacement. Seven patients were treated endoscopically, while four patients were treated with combined (open+endoscopic) approach. An eyebrow incision was used for frontal sinus intervention in three patients, while the Caldwell-Luc approach was used for maxillary sinus intervention in one patient in the combined approach. Recurrence was seen in one patient who was treated endoscopically for frontal sinus mucocele during follow-up and that patient was treated with combined approach.
CONCLUSION: Paranasal sinus mucocele should be also kept in mind in case of orbital displacement, face and frontal shape disorder. Although its treatment is surgical, there is no definite treatment approach. Repeating complaints of patients and physical examination findings during postoperative follow-up must be precautionary for recurrence.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (2512 kere görüntülendi)

4.
Septoplasti sonrası uygulanan farklı nazal tamponların ameliyat sonrası ağrı üzerine etkisi
The effect of different nasal packings applied after septoplasty on pain
Sayfalar 134 - 138
Akif Güneş, Serkan Ceyhan
AMAÇ: Bu çalışmada septoplasti sonrası kullanılan iki farklı nazal tamponun ameliyat sonrası ağrı üzerine etkisi değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Ocak 2018 - Aralık 2018 tarihleri arasında nazal septum deviyasyonu nedeniyle septoplasti yapılan toplam 82 hasta (64 erkek, 18 kadın; ort. yaş 33.4±11.9 yıl; dağılım, 19-59 yıl) çalışmaya alındı. Hastaların 44’üne anterior Merosel nazal tampon (Grup 1) ve 38’ine hava yollu silikon nazal splint (Grup 2) uygulandı. Hastaların ağrı düzeyi, ameliyat sonrası 6, 12, 18. ve 24. saatlerde görsel analog ölçeği (GAÖ) ile değerlendirildi. Ameliyat sonrası 24. saatte hastaların nazal tamponları çekildi.
BULGULAR: İki grup arasında GAÖ skorları açısından 6, 12. ve 18. saatlerde anlamlı bir fark görülmez iken (sırasıyla, p=0.609, p=0.611, p=0.201 ve p>0.05), 24. saatte yapılan değerlendirmede GAÖ skorları açısından gruplar arasında anlamlı farklılıklar izlendi (sırasıyla, p=0.016 ve p<0.05).
SONUÇ: Çalışma sonuçlarımız, silikon nazal splint kullanımının septoplasti sonrası ağrı düzeyini, merosel nazal tampon kullanımına kıyasla, 24. saatte anlamlı şekilde azalttığını gösterdi.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the effect of two different nasal packings after septoplasty on postoperative pain.
METHODS: Between January 2018 and December 2018, a total of 82 patients (64 males, 18 females; mean age 33.4±11.9 years; range, 19 to 59 years) who underwent septoplasty due to nasal septal deviation were included in the study. Anterior Merocel nasal packs were applied to 44 patients (Group 1) and silicone nasal splints with integral airway were applied to 38 patients (Group 2). The pain severity of the patients was evaluated using the visual analog scale (VAS) at the postoperative 6, 12, 18, and 24h. Nasal packs were removed at the postoperative 24 h.
RESULTS: There was no statistically significant difference between the two groups in terms of the VAS scores at 6, 12, and 18h (p=0.609, p=0.611, p=0.201, and p>0.05, respectively), while there were statistically significant differences in the VAS scores at 24 h between the groups (p=0.016 and p<0.05, respectively).
CONCLUSION: Our study results showed that the use of silicone nasal splints significantly reduced pain severity compared to the merocel nasal packs at the postoperative 24h after septoplasty.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1071 kere görüntülendi)

5.
Evaluation of facial canal and mastoid pneumatization characteristics in Bell's palsy
Bell paralizisinde fasiyal kanal ve mastoid havalanma özelliklerinin değerlendirilmesi
Sayfalar 139 - 144
Müge Özçelik Korkmaz, Kıyasettin Asil, Mehmet Güven
AMAÇ: Bu çalışmada tek taraflı Bell paralizisi (BP) olan hastalarda karşı tarafa kıyasla etkilenmiş tarafta fasiyal kanalın çapı ve uzunluğu ve mastoid kemiğin havalanması değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Ocak 2014 - Kasım 2016 tarihleri arasında tek taraflı BP nedeniyle polikliniğimize başvuran toplam 30 hasta (16 erkek, 14 kadın; ort. yaş 42.3±12.7 yıl; dağılım, 18-65 yıl) retrospektif olarak incelendi. Hastaların temporal kemik bilgisayarlı tomografi görüntüleri çok kesitli ve üç boyutlu (3D) rekonstrüksiyon yöntemi ile incelendi ve her iki temporal kemiğin mastoid segment, labirintin segment ve foramen stilomastoideum düzeyinde fasiyal kanal çapları ölçüldü. Mastoid segmentte fasiyal kanal uzunluğu da ölçüldü. Üç boyutlu kesitlerde her bir mastoid hücre tek tek ölçülerek toplam hücre yüzey alanı hesaplandı ve mastoid havalanma düzeyi belirlendi.
BULGULAR: Etkilenen tarafta fasiyal kanalın ortalama çapı mastoid segment, labirintin segment ve foramen stilomastoideum düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha dardı (p=0.001). Mastoid segment boyunca ortalama fasiyal kanal uzunluğu da, etkilenen tarafta istatistiksel olarak anlamlı düzeyde uzundu (p=0.043). Mastoid kemik havalanma düzeyi açısından her iki taraf arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu (p=0.359).
SONUÇ: Çalışma sonuçlarımız fasiyal kanal çapının BP etiyolojisinde risk faktörü olarak özellikle ilintili olduğunu göstermektedir. Mastoid segment boyunca fasiyal kanal uzunluğu da bir diğer risk faktörü olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte, mastoid kemik havalanma düzeyi ile BP arasında anlamlı bir ilişki izlenmemiştir.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the facial canal diameter and length and mastoid bone pneumatization on the affected side, compared to the contralateral side, in patients with unilateral Bell’s palsy (BP).
METHODS: Between January 2014 and November 2016, a total of 30 patients (16 males, 14 females; mean age 42.3±12.7 years; range, 18 to 65 years) who were admitted to our outpatient clinic with unilateral BP were retrospectively analyzed. The temporal bone computed tomography images of the patients were examined by multislice and three-dimensional (3D) reconstruction method and the facial canal diameters were measured in the mastoid segment, labyrinthine segment, and foramen stylomastoideum level in both temporal bones. The length of the facial canal was also measured along the mastoid segment. Using the 3D images, each mastoid cell volume was measured separately to calculate the total cell surface area and to identify the level of mastoid pneumatization.
RESULTS: The mean facial canal diameter was statistically significantly narrower in the mastoid segment, labyrinthine segment, and foramen stylomastoideum level on the affected side (p=0.001). The mean facial canal length was also statistically significantly longer along the mastoid segment on the affected side (p=0.043). There was no statistically significant difference in the level of mastoid bone pneumatization between the two sides (p=0.359).
CONCLUSION: Our study results suggest that the diameter of the facial canal is particularly relevant in BP etiology as a risk factor. The length of the facial canal course along the mastoid segment may be also considered a risk factor. However, there is no significant relationship between the mastoid pneumatization level and BP.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (784 kere görüntülendi)

6.
Association of TBX21 gene polymorphism with nasal polyposis
TBX21 gen polimorfizminin nazal polipozis ile ilişkisi
Sayfalar 145 - 150
Kerem Sami Kaya, Pınar Ata, Ömer Çağatay Ertugay, Semra Külekçi, Sema Zer Toros
AMAÇ: Bu çalışmada nazal polipozis (NP) ve transkripsiyon gen ailesi (T-box) promotör bölgesi gen (TBX21) polimorfizmi arasında muhtemel ilişki araştırıldı.
YÖNTEMLER: Bu retrospektif çalışmaya Temmuz 2018 - Eylül 2018 tarihleri arasında daha önce NP nedeniyle ameliyat edilen veya tıbbi tedavi verilen 32 hasta (Grup 1) (23 erkek, 9 kadın; ort. yaş 42.5±15.0 yıl; dağılım, 18-83 yıl) ve multi-prick alerji test sonucu negatif olan ve herhangi bir nazal kavite patolojisi olmayan 50 sağlıklı kontrol (Grup 2) (21 erkek, 29 kadın; ort. yaş 32.7±9.9 yıl; dağılım, 18-83 yıl) dahil edildi. Tüm katılımcılarda TBX21 promotör bölgesinde -1993 T>C tek nükleotidli polimorfizm (SNP) araştırıldı.
BULGULAR: TBX21 heterozigot mutasyon taşıyıcı sayısı, Grup 1’de istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksekti (p=0.001). Grup 1’de alerji öyküsü olmayanlara kıyasla alerji öyküsü olanlarda alel mutasyon pozitifliği anlamlı düzeyde daha yüksekti (p=0.028).
SONUÇ: TBX21 heterozigot mutasyon oranı NP’li hastalarda daha yüksek bulundu. TBX21’in -1993 T>C polimorfizmi, NP’nin etiyopatogenezinde rol oynayabilir.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the possible relationship between nasal polyposis (NP) and transcription gene family (T-box) promoter region gene (TBX21) polymorphism.
METHODS: This retrospective study included a total of 32 patients (23 males, 9 females; mean age 42.5±15.0 years; range, 18 to 83 years) who were previously operated or given medical treatment for NP (Group 1) and 50 healthy controls (21 males, 29 females; mean age 32.7±9.9 years; range, 18 to 83 years) with a negative multi-prick allergy test result without any nasal cavity pathology (Group 2) between July 2018 and September 2018. The -1993 T>C single nucleotide polymorphism (SNP) in the TBX21 promoter region was investigated in all participants.
RESULTS: The number of TBX21 heterozygous mutation carriers was statistically significantly higher in Group 1 (p=0.001). In Group 1, allele mutation positivity with an allergy history was significantly higher than those without allergy history (p=0.028).
CONCLUSION: We found a higher ratio of TBX21 heterozygous mutation in the patients with NP. The -1993 T>C polymorphism of TBX21 may play a role in the etiopathogenesis of the NP.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (820 kere görüntülendi)

7.
Seroprevalence of HBV, HCV, and HIV positivity in patients undergoing tonsillectomy
Tonsillektomi yapılan hastalarda HBV, HCV ve HIV pozitifliğinin seroprevalansı
Sayfalar 151 - 156
Tolga Kırgezen, Nihal Seden, Okan Övünç, Özgür Yiğit
AMAÇ: Bu çalışmada tonsillektomi yapılan hastalarda hepatit B virüsü (HBV), hepatit C virüsü (HCV) ve insan immün yetmezlik virüsü (HIV) seroprevalansı araştırıldı.
YÖNTEMLER: Ocak 2012 - Aralık 2018 tarihleri arasında kliniğimizde genel anestezi altında iki taraflı tonsillektomi yapılan toplam 751 hasta (389 erkek, 362 kadın; ort. yaş 27 yıl; dağılım, 12-58 yıl) retrospektif olarak incelendi. Tüm hastalarda hepatit B yüzey antijeni (HBsAg), anti-HCV ve anti-HIV seropozitifliği araştırıldı.
BULGULAR: Sekizi erkek (%1) ve dördü kadın (%0.5) olmak üzere 12 hastada HBsAg seroloji pozitifliği tespit edildi. İki erkek hastada (%0.2) anti-HCV pozitifliği ve iki erkek hastada (%0.2) anti-HIV pozitifliği izlendi. Yaş gruplarına göre (≤18 yaşa kıyasla >18 yaş), seroloji pozitifliği olan hastaların tümü >18 yaşında idi.
SONUÇ: Tonsillektomi öncesi, özellikle 18 yaş üzerindeki ve erkek hastalarda, ameliyat öncesi HBV, HCV ve HIV seroloji testi gereklidir. Kulak, burun, boğaz hekimleri mesleki maruziyet ile bulaş riski açısından dikkatli olmalı ve özellikle bu tür ameliyatları yaparken maske veya gözlük takarak bulaşa karşı kendilerini korumak amacıyla gerekli tedbirleri almalıdır.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the seroprevalence of hepatitis B virus (HBV), hepatitis C virus (HCV), and human immunodeficiency virus (HIV) in patients undergoing tonsillectomy.
METHODS: Between January 2012 and December 2018, a total of 751 patients (389 males, 362 females; mean age 27 years; range, 12 to 58 years) who underwent bilateral tonsillectomy under general anesthesia in our clinic were retrospectively analyzed. The seropositivity of hepatitis B surface antigen (HBsAg), anti-HCV, and anti-HIV was investigated in all patients.
RESULTS: Positive serology for HBsAg was detected in 12 patients (1.5%) including eight males (1%) and four females (0.5%). Two male patients (0.2%) and two male patients (0.2%) had anti-HCV positivity and anti-HIV positivity, respectively. According to the age groups (≤18 vs. >18 years), all serology-positive patients were >18 years of age.
CONCLUSION: Testing of the HBV, HCV, and HIV serology is necessary for tonsillectomy patients preoperatively, particularly those who are older than 18 years and males. All otolaryngologists should be aware of transmission via occupational exposure and must take necessary precautions to protect themselves against contamination by wearing a mask or goggles, particularly while performing such operations.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (970 kere görüntülendi)

OLGU SUNUMU
8.
İmmünglobülin G4 ilişkili tükürük bezi hastalıklarına bakış ve bir Küttner tümörü olgusu
Review of immunoglobulin G4-related salivary diseases and a case of Küttner’s tumor
Sayfalar 157 - 161
Kerimcan Çakıcı, Ozan Gökdoğan, Yelda Dere, Harun Üçüncü, Sabri Köseoğlu, Erdoğan Özgür
Tükürük bezleri otoimmün hastalıklardan etkilenebilir. Sjögren sendromu otoimmün tükürük bezi hastalıklarının en yaygın türü olmasına karşın, başlıca immünoglobülin G4 (IgG4) ilişkili reaksiyonlar ile birçok başka hastalık da tükürük bezlerini etkileyebilmektedir. Sjögren sendromu ekzokrin bez kanalını tutarken, IgG4 ilişkili hastalıklar genellikle otoimmüm reaksiyonlar ile tükürük bezlerinin parankimlerini tutar. Küttner tümörü nadir görülen bir tükürük bezi hastalığı olup, patolojik IgG4+ lenfositik infiltrasyon ve fibrozis ile ilişkilidir. Bu yazıda, submandibüler bezde Küttner tümörü olan erişkin bir erkek olgu sunuldu ve literatür verileri ışığında hastalığın klinik özellikleri, tanı yöntemleri ve tedavi algoritmaları tartışıldı.
Salivary glands can be affected by autoimmune diseases. Although Sjögren syndrome is the most common form of autoimmune salivary gland diseases, many other diseases may affect the salivary glands mainly through immunoglobulin G4 (IgG4)-related reactions. While Sjögren's syndrome affects the exocrine gland duct, IgG4-related disease usually affects the parenchyma of the salivary gland via an autoimmune reaction. A Küttners’ tumor is a rare salivary gland disease related with IgG4+ lymphocytic infiltration and fibrosis. Herein, we report an adult male case of Küttner’s tumor of the submandibular gland and discuss its clinical features, diagnostic methods, and treatment algorithms in the light of the literature data.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (963 kere görüntülendi)

9.
Benign intrakraniyal hipertansiyonlu hastada frontoetmoidal ensefalosel ve parietal lob araknoid kist birlikteliği: Olgu sunumu
Frontoethmoidal encephalocele presenting with a parietal lobe arachnoid cyst in a patient with benign intracranial hypertension: A case report
Sayfalar 162 - 165
Seçil Bahar, Gunter Hafiz, Mehdi Sasani
Ensefalosel, kafa tabanındaki defektinin serebral dokunun herniasyonu olarak tanımlanır. Herniye olan doku yalnızca meningeal doku içeriyorsa meningosel; meningeal doku ile birlikte beyin dokusu da içeriyorsa meningoensefalosel adını alır. Araknoid kistler ise, araknoid membranda yerleşimli, kollajen ve araknoid hücrelerle çevrili lezyonlardır. Bu yazıda takip sırasında benign intrakraniyal hipertansiyon saptanan frontoetmoid ensefalosele eşlik eden sol parietal lob araknoid kistli bir olgu sunuldu. Araknoid kist ve ensefalosel birlikteliğinde, altta yatan benign intrakraniyal hipertansiyon mutlaka akılda bulundurulmalıdır.
Encephalocele is defined as the herniation of cerebral tissue through a skull base defect. If the herniated tissue includes only meninges, it is termed as meningocele or if it includes brain tissue with meninges, it is termed as menigoencephalocele. Arachnoid cysts are developmental lesions located within the arachnoid membrane surrounded by collagen and arachnoid matter cells. Herein, we present a case of frontoethmoidal encephalocele accompanied by an arachnoid cyst mass in the left parietal lobe in whom benign intracranial hypertension was identified during follow-up. Underlying benign intracranial hypertension should be always kept in mind in case of coexistence of arachnoid cysts and encephalocele.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1308 kere görüntülendi)

10.
Karotis cisim tümörü benzeri Schwannoma olgusu: Nadir bir lokalizasyonda Schwannoma
A case of a carotid body tumor-like Schwannoma: A rare localization of Schwannoma
Sayfalar 166 - 169
Burak Erden, Ahmet Doblan, Ahmet Yükkaldıran
Benign sinir kılıfı tümörleri grubunda yer alan Schwannomalar, santral veya periferik patolojiler olarak, vücudun birçok yerinde görülebilmektedir. Schwannomaların morfolojik ve radyolojik bulguları, yerleşim yerlerine bağlı farklılıklar gösterebilmektedir. Bu yazıda 21 yaşında bir erkek hastada karotis cisim tümörünü taklit eden Schwannoma olgusu sunuldu. Cerrahi öncesi karotis cisim tümörü olduğu düşünülen hastaya dijital subtraksiyon anjiyografi ile embolizasyon yapıldı. Ancak, cerrahi sonrası patolojik tanı eskimiş Schwannoma olarak rapor edildi. Sonuç olarak, ileri görüntüleme tetkikleri ve detaylı bir cerrahi öncesi planlamaya rağmen, cerrahi sırasında veya sonrasında beklenmedik tanılarla karşılaşma ihtimaline hazırlıklı olunmalıdır.
Schwannomas are the benign nerve sheath tumors group, and can be seen in many locations of the body as central or peripheral pathologies. Morphological and radiological findings of Schwannomas may vary depending on the localization. In this article we presented a Schwannoma case, which is mimicking carotid body tumor in 21-year-old male patient. The patient was suspected with a carotid body tumor preoperatively and digital subtraction angiography embolization was performed. However, the postoperative pathological diagnosis was reported as an ancient Schwannoma. In conclusion, despite the advanced imaging tools and a detailed preoperative planning, one should be prepared for the possibility of an unexpected diagnosis during or after the operation.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1174 kere görüntülendi)

11.
Konka bülloza içinde mantar topu
Fungus ball in concha bullosa
Sayfalar 170 - 172
Abitter Yücel, Muhammet Furkan Işık, Hilal Yücel, Tuğba Günler
Mantar topu (MT) genellikle maksiller sinüsü tutan, sinüs boşluğunun invaziv olmayan bir fungal hifa türüdür. Paranazal sinüs bölgesini tutan en yaygın fungal sinüzit tipi MT’dir. Bu yazıda, ilginç yerleşimli bir MT olgusu sunularak kulak burun boğaz uzmanlarının ilgisi çekilmeye çalışıldı.
Fungus ball (FB) is a non-invasive form of fungal hyphae in the sinus cavity, usually involving the maxillary sinus. The most common type of fungal sinusitis involving the paranasal sinus region is FB. In this article, we would like to draw the attention of otorhinolaryngologists by presenting a case of a FB with an interesting localization.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (808 kere görüntülendi)

12.
Pediyatrik bir hastada kafa travması sonrasında inkus dislokasyonuna bağlı fasiyal paraliz: Olgu sunumu
Facial paralysis caused by dislocated incus following head trauma in a pediatric patient: A case report
Sayfalar 173 - 176
Nurullah Seyhun, Senem Kurt Dizdar, Alican Çoktur, Suat Turgut
Kafa travması sonrasında temporal kemik kırıkları, önemli morbiditeye yol açarak, fasiyal paraliz ile ilişkili olabilir. İşitme kaybına neden olan ossiküler zincir hasarları da görülebilir. On iki yaşında olgu kafa travması sonrasında yalnızca inkus dislokasyonuna bağlı fasiyal paraliz ile kliniğimize başvurdu. Uzunlamasına temporal kemik kırığı da mevcuttu. Ossikülopati ile cerrahi dekompresyon hem işitme kaybında hem de fasiyal paralizde anlamlı iyileşme sağladı. Bu tür olgularda cerrahi yaklaşım da gerekebilir. Elektronörografi ve elektromiyografi, cerrahi girişim kararının verilmesine yardımcıdır. Ossiküler zincir hasarı mevcut ise, eş zamanlı ossiküloplasti de yapılmalıdır.
Temporal bone fractures following head trauma may be associated with facial paralysis which causes significant morbidity. Ossicular chain disruptions can also occur, leading to hearing loss. A 12-year-old patient was admitted to our clinic with facial paralysis caused solely by the dislocated incus following a head trauma. Longitudinal temporal bone fracture was also present. Surgical decompression with ossiculoplasty showed significant improvement in both hearing loss and facial paralysis. In such cases, surgical approach may be required. Electroneuronography and electromyography are helpful in deciding the surgical intervention. If there is an ossicular chain disruption, ossiculoplasty should be also performed concurrently.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (860 kere görüntülendi)