Cilt: 7  Sayı: 2 (2019)
Özetleri Gizle | << Geri
ÖZGÜN ARAŞTIRMA
1.
Tiroid nodüllerinde ince iğne aspirasyon biyopsisi sonuçlarının ameliyat sonrası patoloji sonuçları ile karşılaştırılması
Comparison of fine needle aspiration biopsy results with postoperative pathology results of thyroid nodules
Sayfalar 59 - 63
Mustafa Suphi Elbistanlı
AMAÇ: Bu çalışmada tiroid nodüllerinde ince iğne aspirasyon biyopsi sonuçları ile ameliyat sonrası patoloji sonuçları karşılaştırıldı.
YÖNTEMLER: Ekim 2015 - Temmuz 2016 tarihleri arasında bası semptomları olan veya ameliyat öncesi tiroid karsinom için şüpheli pozitif veya pozitif sitopatolojik sonuçları olan ve Bethesda sistemine göre tekrarlayan ince iğne aspirasyon biyopsilerinde kesin sonuç alınamayarak cerrahi önerilen toplam 83 hasta (24 erkek, 59 kadın; ort. yaş 43; dağılım, 21-69 yıl) retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Ameliyat sonrası patoloji sonuçlarına kıyasla, ince iğne aspirasyon biyopsisinin duyarlılığı %74 ve özgüllüğü %78 olarak bulundu. Çalışmamızda yanlış negatiflik oranı %22 idi.
SONUÇ: İnce iğne aspirasyon biyopsisi tiroid nodüllerinde doğru, güvenilir ve yararlı bir tekniktir.
OBJECTIVE: This study aims to compare fine needle aspiration biopsy results with postoperative pathology results of thyroid nodules.
METHODS: Between October 2015 and July 2016, a total of 83 patients (24 males, 59 females; mean age 43 years; range, 21 to 69 years) who had pressure symptoms or suspected positive or positive cytopathological results for preoperative thyroid carcinoma and scheduled for surgery whose repeated fine needle aspiration biopsy results were not definitive according to the Bethesda system were retrospectively analyzed.
RESULTS: Compared to the postoperative pathology results, fine needle aspiration biopsy yielded 74% sensitivity and 78% specificity. The rate of false-negativity was found to be 22% in our study.
CONCLUSION: Fine needle aspiration biopsy is an accurate, reliable, and useful technique in thyroid nodules.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1203 kere görüntülendi)

2.
Geniş timpanik perforasyonlarda fasya ve kıkırdak greft timpanoplasti tekniklerinin karşılaştırılması
A comparison between fascia and cartilage graft tympanoplasty techniques in broad tympanic membrane perforations
Sayfalar 64 - 70
Samet Aydemir, Yaşar Ünlü, Ibrahim Ketenci, Mehmet Ilhan Şahin, Alperen Vural, Kerem Kökoğlu
AMAÇ: Bu çalışmada subtotal timpanik membran perforasyonlu hastalarda, temporal kas fasya ve kıkırdak greftli timpanoplasti sonuçları karşılaştırıldı.
YÖNTEMLER: Ekim 2011-Nisan 2013 tarihleri arasında, inaktif kronik otitis media nedeniyle timpanoplasti yapılan ve subtotal timpanik membran perforasyonu olan toplam 67 hasta (42 kadın, 25 erkek; ort. yaş 30.1 yıl; dağılım 12-49 yıl) çalışmaya alındı. Hastalar kıkırdak greft grubu (CGG, n=33) ve fasya greft grubu (FGG, n=34) olmak üzere rastgele iki gruba ayrıldı. Ortalama hava eşiği ve ortalama hava-kemik aralığı (ABG) 500, 1000 ve 2000 Hz’de saf ton odyometrisi ile ölçüldü. Başarılı greftleme oranları ve işitme sonuçları gruplar arasında karşılaştırıldı.
BULGULAR: Takip süresi 12 ay idi. Ameliyat öncesi ortalama saf ton işitme eşiği (PTHT) CGG ve FGG’de sırasıyla 48.9 dB ve 45.88 dB idi. Ameliyat öncesi ortalama ABG, CGG ve FGG’de sırasıyla 29.03 dB ve 30.94 dB idi. Ameliyat sonrası ortalama saf ton işitme kazanımı CGG ve FGG’de sırasıyla 8.96 dB ve 10.5 dB idi. Ameliyat sonrası ortalama ABG, CGG ve FGG’de sırasıyla 6.45 dB ve 9.11 dB idi. Hava-kemik aralığı ve saf ton ortalama skorları açısından iki grup arasında anlamlı bir fark yoktu (p=0.51-0.155). Başarılı greftleme oranı CGG ve FGG’de sırasıyla %96.9 (32/33) ve %82.3 (28/34) idi.
SONUÇ: Geniş timpanik membran perforasyonlarında başarılı greftleme oranı FGG’ye kıyasla CGG ile daha yüksek olmakla birlikte, her iki tekniğin işitme sonuçları benzerdir.
OBJECTIVE: This study aims to compare the results of temporal muscle fascia and cartilage graft tympanoplasty operations in patients with subtotal tympanic membrane perforations.
METHODS: Between October 2011 and April 2013, a total of 67 patients (42 females, 25 males; mean age 30.1 years; range, 12 to 49 years) who underwent tympanoplasty due to inactive chronic otitis media and who had subtotal tympanic membrane perforation were included in this study. The patients were randomly divided into two groups as the cartilage graft group (CGG, n=33) and the fascia graft group (FGG, n=34). The mean air thresholds and mean air-bone gap (ABG) at 500, 1,000, and 2,000 Hz were measured by pure tone audiometry. Successful engraftment ratios and hearing outcomes were compared between the groups.
RESULTS: The duration of follow-up was 12 months. The mean preoperative pure tone hearing threshold (PTHT) in CGG and FGG were 48.9 dB and 45.88 dB, respectively. The mean preoperative ABG in CGG and FGG were 29.03 dB and 30.94 dB, respectively. The mean postoperative pure tone hearing gain in CGG and FGG were 8.96 dB and 10.5 dB, respectively. The mean postoperative ABG in CGG and FGG were 6.45 dB and 9.11 dB, respectively. There was no significant difference between the two techniques in terms of the ABG and pure tone average scores (p=0.51-0.155). Successful engraftment ratio in CGG and FGG were 96.9% (32/33) and 82.3% (28/34), respectively.
CONCLUSION: Although successful engraftment ratio in CGG is higher than FGG in broad tympanic membrane perforations, both techniques yield similar hearing outcomes.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (888 kere görüntülendi)

3.
Hiperbarik oksijenin hiperglisemiye bağlı koklear hasar üzerine etkisi: Deneysel bir çalışma
Effect of hyperbaric oxygen on hyperglycemia-induced cochlear damage: An experimental study
Sayfalar 71 - 79
Ayşe Pelin Yiğider, Mehmet Gul, Şefika Körpınar, Mehmet Ali Kaplan, Ela Server, Özgür Yiğit, Sevgi Daştan, Akın Savaş Toklu
AMAÇ: Bu çalışmada diabetes mellituslu sıçanlarda hiperglisemiye bağlı koklear hasarın hiperbarik oksijen terapisi (HBOT) ile tedavi edilip edilemeyeceği distorsiyon ürünü otoakustik emisyon (DÜOAE) ve histopatolojik analiz kullanılarak araştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 18 erkek albino Sprague Dawley sıçan (≥350 g ağırlığında, en az iki aylık) dahil edildi. Hayvanlar kontrol grubu (grup 1), streptozosin (STZ) ile indüklenmiş diyabet grubu (grup 2) ve STZ ile indüklenmiş diyabet+HBOT grubu (grup 3) olmak üzere üç gruba ayrıldı. Kokleanın fonksiyonel durumunu göstermek için başlangıçta ve sekizinci haftanın sonunda DÜOAE kullanıldı. Grup 3 altıncı haftada bir hafta boyunca HBOT ile tedavi edildi. Sekizinci haftanın sonunda tüm hayvanlar dekapite edildi. Histolojik değerlendirme ışık mikroskopisi altında yapıldı.
BULGULAR: Grup 2 ve 3’teki tüm hayvanlarda açlık kan şekeri >250 mg/dL idi. Çalışmanın sonunda sinyal gürültü oranı değerleri açısından gruplar arasında 2 kHz’in grup 2 ve 3’te daha düşük olması dışında farklılık yoktu. Histolojik değerlendirme hidropik dejenerasyon, destek ve saç hücrelerinde kayıp, baziler membran deformasyonu ve skala mediada fibrinoid materyal birikimi dahil dejenerasyonların grup 2’de grup 3’ten daha yüksek olduğunu gösterdi.
SONUÇ: Çalışmamızda HBOT diyabete bağlı koklear hasarı histolojik olarak azalttı. Bulgularımız ışığında, eğer doğru algoritma oluşturulabilirse diyabetiklerde işitme kaybının tedavisi önemli ölçüde gelişebilir.
OBJECTIVE: This study aims to investigate whether hyperglycemia-induced cochlear damage can be treated with hyperbaric oxygen therapy (HBOT) in rats with diabetes mellitus using distortion product otoacoustic emission (DPOAE) and histopathological analysis.
METHODS: The study included 18 male albino Sprague Dawley rats (weighing ≥350 g, at least two months of age). Animals were divided into three groups as the control group (group 1), streptozocin (STZ)-induced diabetes group (group 2), and STZ-induced diabetes+HBOT group (group 3). Distortion product otoacoustic emission was used to demonstrate functional status of cochlea and applied at the beginning and at the end of the eighth week. Group 3 was treated with HBOT for one week at sixth week. By the end of the eighth week, all animals were decapitated. Histological evaluation was performed under light microscopy.
RESULTS: All animals in groups 2 and 3 had fasting blood glucose levels >250 mg/dL. There was no difference in terms of signal-to-noise ratio values between groups at the end of the study except for 2 kHz, which was lower in groups 2 and 3. Histological evaluation showed that degenerations including hydropic degeneration, loss of supporting and hair cells, basilar membrane deformation, and fibrinoid material in deposition in the scala media were higher in group 2 than group 3.
CONCLUSION: In our study, HBOT ameliorated diabetes-induced cochlear damage histologically. In light of our findings, we believe that the management of hearing loss in diabetics may evolve dramatically if the proper algorithm is formed.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (844 kere görüntülendi)

4.
Kronik tonsilitli hastaların serum ve tonsil doku melatonin düzeyleri
Serum and tonsil tissue melatonin levels of patients with chronic tonsillitis
Sayfalar 80 - 84
Erol Senturk, Yavuz Selim Yildirim, Omer Faruk Calim, Alper Yenigun, Orhan Ozturan, Serife Evrim Kepekci Tekkeli, Mustafa Volkan Kiziltas
AMAÇ: Bu çalışmada tekrar eden tonsilit nedeniyle tonsillektomi geçiren çocuklarda serum, tonsil yüzey epitel doku ve parankim melatonin düzeyleri karşılaştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya tonsillektomi cerrahisi planlanan 33 pediatrik hasta (17 erkek, 16 kız; ort. yaş 7.3 yıl; dağılım, 3-10 yıl) dahil edildi. Hastalardan 5 mL venöz kan örneği ve 25 g iki farklı tonsil doku, parankim ve kapsül toplandı ve saklandı. Plazma ve doku örneklerindeki melatoninin saptanmasında yüksek performanslı sıvı kromatografisi kullanıldı.
BULGULAR: Tonsil yüzey doku melatonin düzeyleri eş zamanlı plazma melatonin düzeylerinden daha düşük idi (p<0.0135). Plazma melatonin düzeyleri eş zamanlı tonsil parankim doku melatonin düzeylerinden daha yüksek idi (p<0.016). Tonsil yüzey doku melatonin düzeyleri eş zamanlı tonsil parankim doku melatonin düzeylerinden daha düşük idi (p<0.002).
SONUÇ: Kronik tonsilitli çocuklarda plazma melatonin konsantrasyonları ve tonsil yüzey epitel doku ve parankim melatonin konsantrasyonları düşük idi. Bu bulguya göre, tonsillektomi için endike hastalarda serum melatonin düzeylerinin kontrol edilmesini önerebiliriz.
OBJECTIVE: This study aims to compare the serum, tonsil surface epithelial tissue and parenchyma levels of melatonin in children who underwent tonsillectomy due to recurrent tonsillitis.
METHODS: The study included 33 pediatric patients (17 males, 16 females; mean age 7.3 years; range, 3 to 10 years) scheduled for tonsillectomy surgery. Five milliliter venous blood samples and 25 g of two different types of tonsil tissues, parenchyma and capsule were collected from the patients and stored. High performance liquid chromatography was used for the determination of melatonin in plasma and tissue samples.
RESULTS: The tonsil surface tissue levels of melatonin were lower than the simultaneous plasma levels of melatonin (p<0.0135). The plasma levels of melatonin were higher than the simultaneous tonsil parenchyma tissue levels of melatonin (p<0.016). The tonsil surface tissue levels of melatonin were lower than the simultaneous tonsil parenchyma tissue levels of melatonin (p<0.002).
CONCLUSION: The plasma concentrations of melatonin and tonsil surface epithelial tissue and parenchyma concentrations of melatonin in children with chronic tonsillitis were low. According to this finding, we may recommend serum levels of melatonin to be checked in patients indicated for tonsillectomy.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (908 kere görüntülendi)

5.
Ameliyat sonrası kolesteatom tanısında PROPELLER sekansı ile difüzyon ağırlıklı manyetik rezonans görüntülemenin rolü
The role of diffusion-weighted magnetic resonance imaging using PROPELLER sequence in diagnosis of postoperative cholesteatoma
Sayfalar 85 - 89
Aslıhan Semiz Oysu, Çağatay Oysu
AMAÇ: Bu çalışmada ameliyat sonrası rezidüel ya da tekrarlayan kolesteatomların tanısında PROPELLER (periodically rotated overlapping parallel lines with enhanced reconstruction) sekansı kullanılarak difüzyon ağırlıklı görüntülemenin (DAG) rolü değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Haziran 2015 - Aralık 2018 tarihleri arasında rezidüel ya da tekrarlayan kolesteatom şüphesi ile revizyon cerrahisi öyküsü olan, revizyon ameliyatından önce PROPELLER DAG'si olan 28 hastanın (18 erkek, 10 kadın; ort. yaş 33.5 yıl; dağılım, 10-61 yıl) toplam 30 ameliyat sonrası kulağı çalışmaya alındı. Daha önceki ameliyat sahasında PROPELLER DAG’da difüzyon kısıtlaması olan lezyon varlığı kolesteatom açısından pozitif kabul edildi ve sonuçlar ameliyat sırası ve histopatolojik bulgular ile karşılaştırıldı.
BULGULAR: PROPELLER DAG’da ameliyat sahasında 29 kulakta difüzyon kısıtlayan lezyon izlendi. Cerrahi ve histopatolojik inceleme ile kulakların tümünde kolesteatom saptandı. PROPELLER DAG’ın duyarlılığı %96.7 olarak hesaplandı.
SONUÇ: Çalışma sonuçlarımız, PROPELLER DAG’ın rezidüel veya reküren kolesteatomun saptanmasında yararlı olabileceğini göstermektedir.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the role of diffusion-weighted imaging (DWI) using periodically rotated overlapping parallel lines with enhanced reconstruction (PROPELLER) sequence for the diagnosis of residual or recurrent postoperative cholesteatoma.
METHODS: Between June 2015 and December 2018, a total of 30 postoperative ears of 28 patients (18 males, 10 females; mean age 33.5 years; range, 10 to 61 years) with a history of revision surgery for suspected residual or recurrent cholesteatoma who had a PROPELLER DWI before revision operation were included in the study. The presence of a lesion with diffusion restriction at the previous operation site on PROPELLER DWI was accepted as positive for cholesteatoma and the results were compared to the intraoperative and histopathological findings.
RESULTS: On PROPELLER DWI, a lesion with diffusion restriction at the operation site was found in 29 ears. Surgery and histopathologial examination revealed a cholesteatoma in all ears. The sensitivity of PROPELLER DWI was calculated to be 96.7%.
CONCLUSION: Our study results suggest that PROPELLER DWI may be useful in detection of residual or recurrent cholesteatoma.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (858 kere görüntülendi)

6.
Endoskopik endonasal transsfenoidal cerrahi: Eğitim hastanesinde ilk 120 olgunun analizi
Endoscopic endonasal transsphenoidal surgery: Analysis of the first 120 cases in the training hospital setting
Sayfalar 90 - 96
Togay Muderris, Omer Faruk Turkoglu, Ergun Sevil, Fatih Gul, Mahmut Ferat
AMAÇ: Bu çalışmada ilk 120 ardışık hastada endoskopik endonazal transsfenoidal cerrahi deneyimimiz sunuldu ve endoskopik iki cerrah, dört el tekniğinin etkinliği ve güvenliliği değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Ocak 2011 - Ocak 2015 tarihleri arasında Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tamamen endoskopik endonazal transsfenoidal cerrahi yaklaşımı ile ameliyat edilen ilk 120 ardışık hasta (67 kadın, 53 erkek; ort. yaş 43.14 yıl; dağılım, 16-79 yıl) retrospektif olarak incelendi. Tümör endoskopik binostril bimanuel teknik ile çıkarıldı. Cerrahi teknik, patoloji, ameliyat sırası ve sonrası komplikasyonlar ve cerrahi sonuçlar analiz edildi.
BULGULAR: Toplam 91 lezyon (%76) makroadenom olarak bildirildi. Fonksiyonel hipofiz adenomları 81 hastada (%68) tespit edildi. Bu olguların 28’i prolaktinom (35%), 35’i büyüme hormonu (GH) salgılatıcı tümör (%44) ve geri kalanı adrenokortikotropik hormon (ACTH), folikül stimülan hormon (FSH), luteinizan hormon (LH) ve tiroid stimülan hormon (TSH) salgılatıcı adenomlardı. Ameliyat sonrası komplikasyonlar dört hastada (%3) geçici hiposmi ve sekiz hastada (%6) diabetes insipidus olup, bunların ikisinde kalıcı vazopresin tedavisi gerekli oldu. Dört hastada (%3) ön hipofiz fonksiyon bozukluğu ve altı hastada (%5) ameliyat sonrası beyin omurilik sıvısı kaçağı görüldü. Bunların birinde menenjit saptandı.
SONUÇ: Çalışma sonuçlarımız, hipofiz tümörlerinin tedavisinde iş birliği ile gerçekleştirilen endoskopik endonazal yaklaşımın güvenli ve etkili bir işlem olarak rolünü vurgulamaktadır. En iyi sonuçları yakalayabilmek için deneyimli bir ekip gerekli olmakla birlikte, yeni kafa tabanı programlarında dahi, iki cerrah, dört el tekniği ile mükemmel sonuçlar elde edilebilir.
OBJECTIVE: In this study, we report our experience on endoscopic endonasal transsphenoidal surgery among the first 120 consecutive patients and aimed to evaluate the efficacy and safety of the endoscopic two-surgeon, four-hand technique.
METHODS: We retrospectively reviewed the first 120 consecutive patients (67 females, 53 males; mean age 43.14 years; range, 16 to 79 years) who were operated with pure endoscopic endonasal transsphenoidal approach at Ankara Atatürk Training and Research Hospital between January 2011 and January 2015. Tumor removal was performed using the endoscopic binostril bimanual technique. Surgical technique, pathology, intra- and postoperative complications, and surgical outcomes were analyzed.
RESULTS: A total of 91 lesions (76%) were reported as macroadenoma. Functioning pituitary adenomas were found in 81 patients (68%). Of these cases, 28 were prolactinomas (35%), 35 were growth hormone (GH)-secreting tumors (44%), and the remainings were adrenocorticotropic hormone (ACTH), follicle-stimulating hormone (FSH), luteinizing hormone (LH), and thyroid-stimulating hormone (TSH)-secreting adenomas. Postoperative complications included transient hyposmia in four patients (3%) and diabetes insipidus in eight patients (6%), while two of them required permanent vasopressin therapy. Four patients (3%) anterior pituitary dysfunction and postoperative cerebrospinal fluid (CSF) leak occurred in six patients (5%). One of them suffered from meningitis.
CONCLUSION: Our study results highlight the value of the collaborative endoscopic endonasal approach as a safe and effective procedure for the management of pituitary tumors. Although an experienced team is required to obtain most favorable results, excellent outcomes can be achieved with two-surgeon, four-hand technique even in new skull base programs.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1009 kere görüntülendi)

7.
Romatoid artritli hastalarda yutma fonksiyonunun sintigrafik olarak değerlendirilmesi
Scintigraphic evaluation of swallowing function in patients with rheumatoid arthritis
Sayfalar 97 - 101
Murat Doğan, Fatih Gündoğan, İbrahim Hıra, Ali Bayram, Altan Kaya, Zeynep Erdoğan, Cemil Mutlu
AMAÇ: Bu çalışmada romatoid artritli (RA) hastalarda sintigrafi ile yutma fonksiyonu değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Haziran 2017 - Eylül 2017 tarihleri arasında, klinik ve laboratuvar tanısı konan ve hastanemizde takip edilen toplam 20 RA hastası (14 erkek, 6 kadın; ort. yaş 36 yıl; dağılım, 28-57 yıl) çalışmaya dahil edildi. Kontrol grubu 20 sağlıklı gönüllüden (14 erkek, 6 kadın; ort. yaş ? yıl; dağılım, ?-? yıl) oluşuyordu. Hastalık aktivitesi Hastalık Aktivite Skoru-28 (DAS28) ile değerlendirildi. Yutma fonksiyonu sintigrafi ile değerlendirildi.
BULGULAR: Ortalama hastalık süresi 12 yıl idi. İki RA’lı hastada uzamış oral pasaj süresi ve daha yüksek oral rezidü seviyesi izlendi. Ölçülen orofarenks mesafesi kontrol grubuna kıyasla hasta grubunda nispeten daha uzun olmakla birlikte, bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi.
SONUÇ: Yutma fonksiyonları ve hastalık aktivitesi RA’lı hastalarda sintigrafi ile değerlendirilebilir.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the swallowing function using scintigraphy in patients with rheumatoid arthritis (RA).
METHODS: Between June 2017 and September 2017, a total of 20 RA patients (14 males, 6 females; mean age 36 years; range, 28 to 57 years) who received clinic and laboratory diagnosis and followed in our hospital were included in this study. The control group consisted of 20 healthy volunteers (14 males, 6 females; mean age 35 years; range 25 to 56 years). Disease activity was evaluated using the Disease Activity Score-28 (DAS28). Swallowing function was evaluated using scintigraphy.
RESULTS: The mean duration of disease was 12 years. Two patients with RA had prolonged oral passage time and higher oral residual levels. The oropharyngeal distance measured in the patient group was found to be relatively longer than the control group, although it did not reach statistical significance.
CONCLUSION: Swallowing functions and disease activity can be evaluated using scintigraphy in patients with RA.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (877 kere görüntülendi)

8.
Primer nokturnal enürezis ve nazal kavite geometrisi arasındaki ilişki
Relationship between primary nocturnal enuresis and geometry of nasal cavities
Sayfalar 102 - 107
Yavuz Güler, Rukiye Güler
AMAÇ: Bu çalışmada çocuklarda primer nokturnal enürezis (PNE) ve nazal kavite geometrisi arasındaki muhtemel ilişki araştırıldı.
YÖNTEMLER: 01.06.2018 - 31.07.2018 tarihleri arasında ikinci basamak bir hastanenin Kulak, Burun, Boğaz polikliniklerine başvuran toplam 150 hasta (78 erkek, 72 kadın; ort. yaş 7.6±1.8 yıl; dağılım, 5-12.5 yıl) çalışmaya alındı. Hastalar PNE olanlar (PNE (+), n=78) ve PNE olmayanlar (PNE (-), n=72) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Her iki grup yaş, cinsiyet, boy, kilo, vücut kütle indeksi (VKİ) ve akustik rinometri ölçümleri (ARM) (MCA-1, MCA-2 ve VOL 0-5) açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Gruplar arasında değerlendirilen parametrelerin hiçbirinde anlamlı bir fark yoktu. Ancak, MCA-1, MCA-2 ve VOL 0-5 değerleri PNE (-) gruba kıyasla, PNE (+) grupta anlamlı olarak düşüktü.
SONUÇ: Çalışmamızda nazal açıklık PNE hastalarında daha düşüktü. Bu nedenle, PNE hastalarının medikal tedaviye başlamadan önce nazal obstrüksiyon açısından otolaringolog tarafından değerlendirilmesini önermekteyiz.
OBJECTIVE: In this study, we aimed to investigate the possible relationship between primary nocturnal enuresis (PNE) and the geometry of nasal cavities in children.
METHODS: Between 01.06.2018 and 31.07.2018, a total of 150 patients (78 males, 72 females, mean ages 7.6±1.8 years, range, 5-12.5 years) who were admitted to the Ear, Nose, and Throat outpatient clinics of a secondary care hospital were included. The patients were divided into two groups as those with PNE (PNE (+), n=78) and those without PNE (PNE (-), n=72). Both groups were compared in terms of age, sex, height, weight, body mass index (BMI) and acoustic rhinometry measurements (ARMs) (MCA-1, MCA-2 and VOL 0-5).
RESULTS: There was no significant difference in any of the parameters evaluated between the groups. However, the MCA-1, MCA-2, and VOL 0-5 values were significantly lower in the PNE (+) group than the PNE (-) group.
CONCLUSION: Nasal patency was lower in patients with PNE in our study. Therefore, we recommend that PNE patients should be evaluated by the otolaryngologist for nasal obstruction before the initiation of medical treatment.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (756 kere görüntülendi)

9.
Kapalı septorinoplastide iki seviyeli septokolumellar sütür tekniği
Two-level septocolumellar suture technique in closed septorhinoplasty
Sayfalar 108 - 113
Nevzat Demirbilek, Cenk Evren
AMAÇ: Bu çalışmada iki seviyeli septokolumellar sütür tekniğinin kapalı septorinoplasti üzerine etkisi araştırıldı.
YÖNTEMLER: Ocak 2016 - Haziran 2017 tarihleri arasında, iki seviyeli septokolumellar sütür tekniği kullanılarak strut greft kullanılmaksızın kapalı septorinoplasti yapılan toplam 45 hasta (28 kadın, 17 erkek; ort. yaş 29.2±10.3 yıl; dağılım, 18-55 yıl) çalışmaya alındı. Sütür materyali olarak emilebilir 4.0 Vicryl sütür kullanıldı. Ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 6. ayda burun tıkanıklığını derecelendirmek için görsel analog ölçeği (GAÖ) kullanıldı.
BULGULAR: Bir hastada burun tıkanıklığına ve estetik deformiteye neden olmayan ameliyat sonrası redeviasyon görüldü. Hastaların hiçbirinde majör veya minör fonksiyonel ve estetik deformite gözlenmedi. Ameliyat öncesi ve sonrası GAÖ skoru, sırasıyla 7.3±1.7 ve 1.6±1.9 idi (p<0.0001).
SONUÇ: Çalışma bulgularımız iki seviyeli septokolumellar tekniğin, kapalı septorinoplasti yapılan olgularda septumun orta hatta kolayca tutulmasında çok etkili olduğunu ve burun ucu desteği sağladığını ve alar tabanının simetrisini bozmadığını göstermektedir.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the effect of two-level septocolumellar suture technique on closed septorhinoplasty.
METHODS: Between January 2016 and June 2017, a total of 45 patients (28 females, 17 males; mean age 29.2±10.3 years; range, 18 to 55 years) who underwent closed septorhinoplasty with no strut graft use using two-level septocolumellar suture technique were included. The absorbable 4.0 Vicryl suture was used as the suture material. The visual analog scale (VAS) was used to grade nasal obstruction preoperatively and at six months after surgery.
RESULTS: Postoperative redeviation not leading to passage blockage and any aesthetic defect was observed in one patient. No major or minor functional and aesthetic deformity was observed in any of the patients. The mean pre- and postoperative VAS scores were 7.3±1.7 and 1.6±1.9, respectively (p<0.0001).
CONCLUSION: Our study results suggest that two-level septocolumellar suture technique is very effective in keeping the septum in the midline easily in cases with closed septorhinoplasty, and it provides nasal tip support and does not disrupt symmetry of the alar base.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (971 kere görüntülendi)