Cilt: 6  Sayı: 1 (2018)
Özetleri Gizle | << Geri
KAPAK SAYFASI
1.
Cover
Sayfa 0
KBBU Cover
[Makale Özeti] [Tam Metin]  (Makale Dili İngilizce) (1102 kere görüntülendi)

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
2.
Nazal septoplasti cerrahisinde povidon iyot kullanımından sonra nazal floradaki değişiklikler
Changes in nasal flora after using povidone-iodine in nasal septoplasty surgery
Sayfalar 1 - 5
Caner Şahin, Kamran Sarı, Neziha Yılmaz, Gulsum Genis
AMAÇ: Bu çalışmada septoplasti cerrahisinden önce povidon iyot antisepsisinin nazal flora üzerindeki etkisi araştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya nazal septum deviasyonu tanısı olup cerrahi geçiren toplam 44 hasta (23 erkek, 21 kadın; ort. yaş 36 yıl; dağılım 18-71 yıl) dahil edildi. Ameliyat öncesi nazal sürüntü malzemeleri nazal kavite bölgesinden ve nazal uç derisinden steril pamuk uçlu çubuklarla alındı. Aynı alanlardan kültürler %10 povidon iyot uygulamasından 10 dakika sonra alındı.
BULGULAR: Povidon iyot uygulamasından önce/sonra nazal mukoza kültürlerinde beş metisiline hassas Staphylococcus aureus (S. aureus), dört Staphylococcus epidermidis (S. epidermidis), iki metisiline dirençli S. aureus ve bir dipteroid türü gösterildi. Povidon iyot uygulamasından önce/sonra nazal uç derisinde altı S. epidermidis, beş metisiline hassas S. aureus ve bir metisiline dirençli S. aureus gösterildi.
SONUÇ: Çalışmamızda mikrobiyolojik değişikliklerin literatürle uyumlu olduğu gösterildi. Antiseptik povidon iyot uygulaması mikrobiyolojik popülasyonu azaltmadı. İki hastada (%4) cerrahiden sonra kimyasal konjunktivit vardı. Olası alerjik ve kimyasal yan etkiler nedeniyle kapalı teknik septoplasti öncesi antiseptik solüsyon kullanımının tartışılması gerketiğini öneriyoruz.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the effect of povidone-iodine antisepsis on nasal flora prior to septoplasty surgery.
METHODS: The study included a total of 44 patients (23 males, 21 females; mean age 36 years; range 18 to 71 years) with a diagnosis of nasal septal deviation who had undergone surgery. Preoperative nasal swab materials were taken by sterile cotton swabs from the region of the nasal cavity and skin of the nasal tip. Cultures from the same areas were taken 10 minutes after the application of 10% povidone-iodine.
RESULTS: Five methicillin-sensitive Staphylococcus aureus (S. aureus), four Staphylococcus epidermidis (S. epidermidis), two methicillin-resistant S. aureus, and one diphtheroid species were revealed in nasal mucosa cultures before/after application of povidone-iodine. Six S. epidermidis, five methicillin-sensitive S. aureus, and one methicillin-resistant S. aureus were revealed in nasal tip skin before/after application of povidone-iodine.
CONCLUSION: In our study, we demonstrated that microbiological changes were harmonious, as noted in the literature. Application of antiseptic povidone-iodine did not decrease the microbiological population. Two patients (4%) had chemical conjunctivitis after surgery. Due to potential allergic and chemical side effects, we suggest to discuss the use of antiseptic solutions prior to closed technique septoplasty.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1332 kere görüntülendi)

3.
Çocuklarda ağız solunumunun kraniyofasiyal gelişim üzerine etkisi
Effect of mouth-breathing on craniofacial development in children
Sayfalar 6 - 10
Ömer Erdur, Emire Aybüke Erdur, Merve Erol
AMAÇ: Bu çalışmada ağız solunumunun kraniyofasiyal gelişim üzerine etkisini belirlemek için nazal veya ağız solunumu yapan çocukların sefalometrik grafileri karşılaştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya maloklüzyon nedeniyle ortodontik tedavi gören 132 pediatrik hasta (65 erkek, 67 kız; ort. yaş 12.1 yıl; dağılım, 10-14 yıl) dahil edildi. Solunum şekli bir kulak burun boğaz hastalıkları uzmanı tarafından aile öyküsü, fizik muayene, anterior rinoskopi ve fleksibl nazofarengoskopik muayene ile değerlendirildi. Hastalar bu muayene sonucunda nazal solunum yapanlar (n=60) ve ağız solunumu yapanlar (n=72) olarak sınıflandırıldı. Hastaların ortodontik tanı ve tedavileri için alınan sefalometrik radyografileri kraniyofasiyal analizler için kullanıldı.
BULGULAR: Nazal solunum yapan hastalara kıyasla ağız solunumu yapan hastalarda retrognatik mandibula, artmış mandibüler düzlem açısı ve okluzal düzlem açısı vardı (p<0.05). Nazal solunum yapan hastalara kıyasla ağız solunumu yapan hastaların hyoid kemikleri daha yüksekte yerleşimli ve nazofarengeal hava yolları daha dar idi (p<0.05).
SONUÇ: Aktif büyüme döneminde ağız solunumu yapan çocukların hyoidlerinin yüksek yerleşimli olduğu, mandibulanın retrognatik olduğu ve vertikal yüz yüksekliğinin arttığı gözlenmiştir. Ağız solunumu yapan hastalara, multidisipliner yaklaşım ile erken teşhis sağlanarak kraniyofasiyal ve dental anomalilerin gelişimi önlenebilir.
OBJECTIVE: This study aims to compare the cephalometric radiographs of nasal or mouth-breathing children to determine the effect of mouth-breathing on craniofacial development.
METHODS: The study included 132 pediatric patients (65 males, 67 females; mean age 12.1 years; range, 10 to 14 years) having orthodontic treatment for malocclusion. Mode of breathing was assessed by an otorhinolaryngologist with the family history, physical examination, anterior rhinoscopy, and flexible nasopharyngoscopy. As a result of this examination, patients were classified as nasal-breathing patients (n=60) or mouth-breathing patients (n=72). Patients’ cephalometric radiographs, which were obtained for their orthodontic diagnosis and treatment, were used for the analyses.
RESULTS: Compared to nasal-breathing patients, mouth-breathing patients had retrognathic mandible, increased mandibular plane angle, and occlusal plane angle (p<0.05). Compared to nasal-breathing patients, mouth-breathing patients’ hyoid bones were located more superiorly and nasopharyngeal air spaces were narrower (p<0.05).
CONCLUSION: We observed superiorly located hyoid bone, retrognatic mandible, and increased vertical face height in mouth-breathing children during the active growing period. Early diagnosis may be established with a multidisciplinary approach in mouth-breathing children, thus preventing the development of craniofacial and dental anomalies.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (2488 kere görüntülendi)

4.
Fasiyal sinir kemik kanal defekti ile orta kulak patolojileri arasındaki ilişki
The relationship between facial nerve bony canal defect and middle ear pathologies
Sayfalar 11 - 16
Sultan Bişkin, Duygu Erdem, Ergin Bilgin
AMAÇ: Bu çalışmada fasiyal sinir kemik kanal defekti ile orta kulak patolojileri arasındaki ilişki araştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 282 timpanomastoidektomi uygulanan toplam 262 hasta (144 erkek, 118 kadın; ort. yaş 39 yıl; dağılım, 12-72 yıl) dahil edildi. Hastaların ameliyat sırası elde edilen kemikçik zincir defektleri, dış kulak yolu posterior kanal defektleri, skutum defektleri, otik kapsül defektleri, orta fossa kemik defektleri, petröz apeks defektleri, lateral sinüs duvarı defektleri, revizyon cerrahi durumları ve kanal wall down/kanal wall up cerrahi tipleri kaydedildi. Fasiyal sinir kemik kanal defekti olan hastalarda kemik defektleri büyüklüğüne göre kaydedildi. Kemik defektleri ve patolojik defektler arasında bağlantı olup olmadığı istatistiksel olarak değerlendirildi. Kemik defektlerinin büyüklüğü patolojik tanılarına göre gruplandırıldı.
BULGULAR: Fasiyal sinir kemik kanal defekti aşağıdaki durumlarda daha olası idi: Ameliyat sırası kolestetaom varlığı, dış kulak kanalı posterior duvar defekti varlığı, skutum erozyonu varlığı, kemikçiklerin herhangi birinin tam yokluğu veya defektli malleus varlığı, kanal wall down cerrahisi gerekliliği ve lateral semisirküler kanal fistülü varlığı. Granüler otitlerde fasiyal sinir kemik kanal defekti daha büyük idi.
SONUÇ: Ameliyat öncesi ve sırasında orta kulakta saptanan kemikçik zincir defektleri, otik kapsül defektleri, histopatolojik tanı ve orta kulak duvarı defektleri fasiyal sinir kemik kanal defektleri hakkında bilgi vericidir.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the relationship between facial nerve bony canal defect and middle ear pathologies.
METHODS: The study included a total of 262 patients (144 males, 118 females; mean age 39 years; range, 12 to 72 years) who were performed 282 tympanomastoidectomies. Patients’ intraoperatively obtained ossicular bone defects, external ear canal posterior canal defects, scutum defects, otic capsule defects, middle fossa bone defects, petrous apex defects, lateral sinus wall defects, revision surgery statuses, and canal wall down/canal wall up surgery types were recorded. Bone defects were noted according to size in patients with facial nerve bony canal defect. Presence of any connection between bone defects and pathological defects was statistically evaluated. Size of bone defects were grouped according to their pathological diagnosis.
RESULTS: Facial nerve bony canal defect was more likely in the following conditions: presence of intraoperative cholesteatoma, presence of external ear canal posterior wall defect, presence of scutum erosion, complete absence of any of the ossicles or presence of defected malleus, canal wall down surgery requirement, or presence of lateral semicircular canal fistula. Facial nerve bony canal defect was larger in granular otitides.
CONCLUSION: Pre- and intraoperatively detected ossicular bone defects, otic capsule defects, histopathological diagnosis, and middle ear wall defects are informative about facial nerve bony canal defects.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1351 kere görüntülendi)

5.
Anne sütü ile beslenme alerjik rinitten korur mu?
Does breastfeeding protect from allergic rhinitis?
Sayfalar 17 - 21
Yavuz Güler, Kadir Özdamar, Ibrahim Erdim, Alper Şen, Rukiye Güler
AMAÇ: Bu çalışmada anne sütü ile beslenmenin alerjik rinitten koruyup korumadığı araştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 01 Haziran 2017 - 01 Kasım 2017 tarihleri arasında ikinci basamak bir hastanenin Kulak Burun Boğaz Polikliniğine başvuran 658 hasta (241 erkek, 417 kadın; ort. yaş 28.3 yıl; dağılım, 14-59 yıl) dahil edildi. Tüm hastaların anterior rinoskopik ve nazal endoskopik muayenesi yapıldı. Akut/kronik sinüzit, nazal polip, antrokoanal polip ve inverted papillom gibi nazal patolojileri olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastalar alerjik rinit skoru (SFAR) ile değerlendirildi. Nazal muayenenin alerjik rinit ile uyumlu olması ve SFAR anketinde elde edilen puanın ≥7 olması alerjik rinit lehine değerlendirildi. Hastalar anne sütü ile beslenme sürelerine göre beş kategoriye ayrıldı: (i) Hiç anne sütü ile beslenmemiş, (ii) sıfır-üç ay anne sütü ile beslenmiş, (iii) üç-altı ay anne sütü ile beslenmiş, (iv) 6-12 ay anne sütü ile beslenmiş ve (v) 12 ay ve daha fazla anne sütü ile beslenmiş.
BULGULAR: Çalışmamıza dahil edilen 658 hastanın 162’sinde (%24.6) alerjik rinit tespit edildi. Alerjik rinit oranı hiç anne sütü ile beslenmemiş hastalarda %38.8 (n=42), üç aydan daha kısa anne sütü ile beslenmişlerde %50 (n=46), üç-altı ay anne sütü ile beslenmişlerde %31.25 (n=30), 6-12 ay anne sütü ile beslenmişlerde %25.49 (n=26) ve 12 ay ve daha fazla anne sütü ile beslenmişlerde %6.92 (n=18) idi. On iki ay ve daha fazla anne sütü ile beslenmişlerde alerjik rinit görülme oranı, 12 aydan daha az anne sütü ile beslenmişlere kıyasla istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha düşük idi (p<0.001).
SONUÇ: Çalışmamızda anne sütü ile beslenmenin alerjik rinitten koruduğu görüldü.
OBJECTIVE: This study aims to investigate whether or not breastfeeding protects from allergic rhinitis.
METHODS: The study included 658 patients (241 males, 417 females; mean age 28.3 years; range, 14 to 59 years) who applied to a secondary hospital Ear Nose and Throat Clinic between 01 June 2017 and 01 November 2017. Anterior rhinoscopic and nasal endoscopic examinations were performed to all patients. Patients who had nasal pathologies such as acute/chronic sinusitis, nasal polyp, antrocoanal polyp or inverted papilloma were excluded from study. Patients were evaluated with ‘The Score for Allergic Rhinitis’ (SFAR). Nasal examination that agreed with allergic rhinitis and a score ≥7 obtained in SFAR questionnaire were assessed in favor of allergic rhinitis. Patients were divided into five categories according to breastfeeding duration: (i) never breastfed, (ii) breastfed between zero-three months, (iii) breastfed between three-six months, (iv) breastfed between 6-12 months, and (v) breastfed for and more than 12 months.
RESULTS: Of the 658 patients included in our study, allergic rhinitis was detected in 162 (24.6%). Allergic rhinitis rate was 38.8% (n=42) in the never breastfed, 50% (n=46) in the breastfed between zero-three months, 31.25% (n=30) in the breastfed between three-six months, 25.49% (n=26) in the breastfed between 6-12 months, and 6.92% (n=18) in the breastfed for and more than 12 months. Allergic rhinitis incidence was statistically significantly lower in the breastfed for and more than 12 months compared to the breastfed lesser than 12 months (p<0.001).
CONCLUSION: In our study, breastfeeding was seen to protect from allergic rhinitis.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1078 kere görüntülendi)

6.
Transoral robotik cerrahide anestezi ve reanimasyonun değerlendirilmesi
Evaluation of anesthesia and reanimation in transoral robotic surgery
Sayfalar 22 - 27
Bedih Balkan, Aycan Güner Ekici, Gülsüm Oya Hergünsel, Ipek Bostancı, Arzu Karaman Koç, Hasan Emre Koçak, Fatma Tülin Kayhan
AMAÇ: Bu çalışmada oral kavite, farenks veya larenks benign veya malign patoloji nedeniyle transoral robotik cerrahi (TORC) uygulanan hastalarda hastalığın anatomik lokalizasyonuna ve hastaların antesedan hastalıklarına göre kullanılan anestezi yöntemlerindeki farklılıklar, ameliyat sırası ve sonrası komplikasyonlar ve bunların çözümleri değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Benign veya malign üst solunum yolu patolojisi nedeniyle Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniği’nde TORC uygulanan 52 hastanın (39 erkek, 13 kadın; ort. yaş 58±14 yıl; dağılım, 30-85 yıl) anestezi kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik bilgileri, hastalığın anatomik lokalizasyonu, antesedan hastalıkları, Amerikan Anestezistler Derneği skorları ve perioperatif bulguları, kullanılan anestezi yöntemleri, ameliyat sonrası ağrı düzeyleri, ameliyat sırası ve sonrası gelişen anestezi komplikasyonları ve bunların tedavileri değerlendirildi.
BULGULAR: Transoral robotik cerrahi uygulanan 52 hastanın sekizine larenksin benign neoplazmı nedeniyle kitle rezeksiyonu, 13’üne supraglottik skuamöz hücreli karsinom (SHK) nedeniyle supraglottik larenjektomi, 17’sine vokal kord SHK nedeniyle kordektomi, altısına tonsil tümörü nedeniyle radikal tonsilektomi, dördüne dil kökü SHK nedeniyle dil kökü rezeksiyonu, ikisine oral kaviteden tümör rezeksiyonu ve ikisine hipofarenks SHK nedeniyle hipofarenjektomi uygulandı. Ortalama anestezi süresi 112.62 dakika, robotik alet kurulumu dahil ortalama robotik cerrahi süresi 89.38 dakika idi. Ameliyat sonrası üç hastada analjezik ihtiyacı oldu. İki hastaya perioperatif, bir hastaya ameliyat sonrası trakeotomi uygulandı. İki hasta ameliyat öncesi trakeotomi uygulanmış olarak ameliyata alındı. Altı hastaya uzatılmış entübasyon uygulandı. Hiçbir hastada kan transfüzyonuna ihtiyaç olmadı.
SONUÇ: Düşük morbidite oranları ve cerrahi üstünlükleri nedeniyle TORC uygulama sıklığı artmaktadır. Daha güvenli bir TORC için anestezi ve cerrahi ekibinin koordinasyonu önemlidir.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the differences in the anesthesia method used according to anatomical location of the disease and patients' antecedent diseases, intra- and postoperative complications and their solutions in patients who were performed transoral robotic surgery (TORS) due to oral cavity, pharyngeal and laryngeal benign and/or malign pathology.
METHODS: Anesthesia records of 52 patients (39 males, 13 females; mean age 58±14 years; range, 30 to 85 years) who were performed TORS in Bakırköy Dr. Sadi Konuk Training and Research Hospital Ear Nose Throat Clinic due to benign or malignant upper respiratory pathology were retrospectively reviewed. Patients’ demographic information, anatomical location of disease, antecedent diseases, American Society of Anesthesiologists scores and perioperative findings, used anesthesia methods, postoperative pain levels, intra- or postoperatively developing anesthesia complications and their solutions were evaluated.
RESULTS: Of the 52 patients who were performed TORS, eight were performed mass resection due to benign neoplasm of the larynx, 13 were performed supraglottic laryngectomy due to supraglottic squamous cell carcinoma (SCC), 17 were performed cordectomy due to vocal SCC, six were performed radical tonsillectomy due to tonsil tumor, four were performed tongue root resection due to tongue root SCC; two were performed tumor resection from oral cavity, and two were performed hypopharyngectomy due to hypopharynx SCC. Mean duration of anesthesia was 112.62 minutes, mean duration of robotic surgery including robotic tool set-up was 89.38 minutes. Three patients required analgesic postoperatively. Two patients were performed peroperative and one patient was performed postoperative tracheostomy. Two patients were taken under operation preoperatively tracheostomized. Six patients were performed prolonged intubation. No blood transfusion was needed in any patient.
CONCLUSION: The frequency of performing TORS increases due to low morbidity rates and surgical superiorities. Coordination of the anesthesia and surgical teams is important for a safer TORS.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1102 kere görüntülendi)

OLGU SUNUMU
7.
An unusual localization: Lymphoma of the tongue
Nadir bir lokalizasyon: Dilde lenfoma
Sayfalar 28 - 30
Hakkı Caner İnan, Haydar Murat Yener, Mehmet Yılmaz, Zülküf Burak Erdur
Non-Hodgkin’s lymphomas may affect extranodal areas but oral cavity is a rare localization. In this article, we reported a 53-year-old male patient who applied with complaint of dysphagia and pain on tongue. A biopsy result showed that the mass on the tongue was an anaplastic lymphoma. Lymphomas should be kept in mind for the differential diagnosis of the masses of the tongue. Diagnosis should be established and treatment should be started rapidly due to aggressive behavior and poor prognosis of the disease.
Non-Hodgkin lenfomalar ekstranodal alanları etkileyebilir, fakat oral kavite nadir bir lokalizasyondur. Bu yazıda, disfaji ve dilde ağrı yakınması ile başvuran 53 yaşında bir erkek hasta sunuldu. Biyopsi sonucu dildeki kitlenin anaplastik lenfoma olduğunu gösterdi. Dildeki kitlelerin ayırıcı tanısında lenfomalar akılda tutulmalıdır. Hastalığın agresif davranışı ve kötü prognozu nedeniyle hızlı bir şekilde tanı konulmalı ve tedaviye başlanmalıdır.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (879 kere görüntülendi)

8.
Servikal nekrotizan fasiit
Cervical necrotizing fasciitis
Sayfalar 31 - 35
Fatih Alper Akcan, Derya Cebeci, Yusuf Dündar, İlhan Ünlü
Servikal nekrotizan fasiit (NF) nadir ve ölümcül bir bakteriyel enfeksiyondur. Fasya planları ve subkütan dokularda ilerleyen doku nekrozu ile karakterizedir. Bu yazıda, yaygın boyun ağrısı ve hareket kısıtlılığı nedeni ile değerlendirilen iki NF hastası sunuldu. Boyun bilgisayarlı tomografide subkütanöz dokuda yaygın ödem izlendi. Nekrotizan fasiit tanısı konulan hastalar yoğun bakıma nakledildi ve geniş spektrumlu antibiyoterapi başlandı. Acil şartlarda boyun eksplorasyonu yapıldı ve tüm nekrotik fasya planları rezeke edildi. Birinci hasta boyun enfeksiyonunun giderilmesine rağmen hastaneye yatışının 45. gününde ikincil bir hastane enfeksiyonu nedeni ile kaybedildi. İkinci hasta takiplerinde komplikasyon olmaksızın ameliyat sonrası 10. günde taburcu edildi. Nekrotizan fasiit tanısı klinik şüphe ve fizik muayene ile konulur. Erken tanı, uygun geniş spektrumlu antibiyoterapi ve cerrahi debridman mortalitenin önüne geçebilmek için en önemli faktörlerdir.
Cervical necrotizing fasciitis (NF) is a rare and fatal bacterial infection. It is characterized with tissue necrosis advancing on fascial planes and subcutaneous tissues. In this article, we present two NF patients who were evaluated for prevalent neck pain and motion limitation. We observed prevalent edema on subcutaneous tissue on neck computed tomography. We transferred the patients, who were diagnosed as NF, to intensive care and started wide spectrum antibiotherapy. We performed neck exploration in emergency conditions and resected all necrotic fascial planes. First patient died due to a secondary hospital infection on 45th day of hospitalization despite the elimination of the infection in the neck. Second patient was discharged from hospital at postoperative 10th day without any follow-up complication. The diagnosis of NF is established with clinical suspicion and physical examination. Early diagnosis, appropriate wide spectrum antibiotherapy, and surgical debridement are the most important factors to avoid mortality.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (3836 kere görüntülendi)

9.
Retromandibüler ven medialinde seyreden fasiyal sinir: Olgu sunumu
Facial nerve passing through medial of retromandibular vein: Case report
Sayfalar 36 - 38
Kemal Koray Bal, Onur İsmi, Yusuf Vayısoğlu
Parotis bezi cerrahisi sırasında karşılaşılan en önemli anatomik yapı fasiyal sinirdir. Cerrahi esnasında bu sinirin seyrinin iyi bilinmesi olası sinir hasarlarını önleme konusunda önem arz eder. Retromandibüler ven, parotis bezinin içinde çoğunlukla fasiyal sinirin medialinde seyreder. Retromandibüler venin lateralinde seyreden marjinal mandibüler sinir bulunarak retrograd takiple fasiyal sinir ana trunkusuna ulaşılabilir. Bu yazıda, retromandibüler ven medialinde seyreden bir fasiyal sinir olgusu literatür ışığında sunuldu.
Facial nerve is the most important anatomic structure seen during surgery of parotid gland. It is important to know the course of this nerve during surgery to prevent possible nerve damage. Retromandibular vein passes inside parotid gland mostly medial to facial nerve. Main truncus of the facial nerve can be reached with retrograde follow-up by finding the marginal mandibular nerve, which passes lateral to the retromandibular vein. In this article, we presented a case of facial nerve passing through the medial of retromandibular vein under the light of the literature.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (2117 kere görüntülendi)

DERLEME
10.
Siyaloreli hastaya yaklaşım ve tedavi yönetimi
Approach to the patient with sialorrhea and treatment management
Sayfalar 39 - 47
Orhan Özturan, Ömer Faruk Çalım
Tükürük artışı veya siyalore, yutma mekanizmasının oral fazının koordinasyonunda bir fonksiyon bozukluğunun klinik ifadesidir. Nörolojik bozukluğu olan hastalarda siyaloreye aşırı tükürük üretiminden çok tükürüğün sıklıkla yutulamaması neden olur. Siyalorenin fiziksel ve psikososyal komplikasyonları fiziksel sağlık ve yaşam kalitesi üzerinde belirgin olumsuz etkilere neden olabilir. Siyalorenin güncel tedavi seçenekleri oral motor terapi, davranış terapileri, ortodontik terapi; antikolinerjikler, radyoterapi, botulinum toksin enjeksiyonu gibi tıbbi tedaviler ve cerrahi tedavilerdir. Hastanın yaşam kalitesinin durumu tedavi gerekliliğini belirler. Tedaviler, en az invazivden en invazive doğru basamaklı uygulanır. Siyalore tedavisi takım çalışması ile en iyi şekilde gerçekleştirilir. Cerrahi tedaviler; tükürük akışını yönlendiren duktusun yönünün değiştirilmesi veya tükürük salgılanmasını azaltan duktus ligasyonu, submandibüler veya sublingual bez eksizyonu ve korda timpani kesili veya kesisiz timpanik nörektomidir. Parotis duktus ligasyonu, submandibüler duktusun yönünün değiştirilmesi ve sublingual bezlerin eksizyonu en etkili ve en az invaziv yöntemlerdir.
Drooling of saliva or sialorrhea is a clinical expression of a dysfunction in the coordination of the oral phase of swallowing mechanism. It is caused by an inability to swallow saliva frequently, rather than by an excessive production of saliva in neurologically impaired patients. Physical and psychosocial complications of sialorrhea can cause significant negative effects on physical health and quality of life. Current treatment options of sialorrhea are oral motor therapy, behavioral therapies, orthodontic therapy, medical treatments such as anticholinergics, radiotherapy, injection of botulinum toxin, and surgical treatments. Status of the quality of patient’s life determines necessity of treatment. Treatments are administered gradually from minimally invasive to most invasive. Treatment of sialorrhea is best implemented by team work. Surgical treatments are ductus rerouting that diverts salivary flow or ductus ligation, submandibular and/or sublingual gland excision, and tympanic neurectomy with or without chorda tympani section, which decrease salivary secretion. Parotid ductus ligation, submandibular ductus rerouting, and excision of sublingual glands are the most effective and minimally invasive methods.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (7016 kere görüntülendi)