Cilt: 4  Sayı: 2 (2016)
Özetleri Gizle | << Geri
ÖZGÜN ARAŞTIRMA
1.
The incidence of human papillomavirus in patients with the head and neck squamous cell carcinoma treated by transoral robotic surgery
Transoral robotik cerrahi uygulanan baş boyun yassı hücreli kanser hastalarında human papilloma virüs insidansı
Sayfalar 45 - 49
Ahmet Altıntaş, Arzu Karaman Koç, Kamil Hakan Kaya, Yakup Yegin, Mustafa Çelik, Fatma Tülin Kayhan
AMAÇ: Bu çalışmada, baş boyun yassı hücreli karsinom (YHK) tanısı ile transoral robotik cerrahi (TORC) uygulanan hastalarda human papilloma virüs (HPV) insidansı araştırıldı.
YÖNTEMLER: Aralık 2009 - Mart 2013 tarihleri arasında larenks (n=24), oral kavite ve orofarengeal YHK (n=6) tanısıyla kliniğimizde TORC uygulanan toplam 30 hasta (28 erkek, 2 kadın; ort. yaş 66.4±13.5 yıl; dağılım 41-77 yıl) çalışmaya dahil edildi. Hastalardan alınan patolojik örneklerin parafin blokları immünohistokimyasal yöntemlerle HPV serotiplerine uygun spesifik boyalar kullanarak ışık mikroskopisi ile incelendi. Boyama sonuçları pozitif ve negatif olarak gözlendi.
BULGULAR: Bu çalışmaya dahil edilen hastalarda HPV varlığını düşündürecek bir boyama saptanmadı.
SONUÇ: Daha fazla hastanın dahil edildiği gelecek çalışmalarda HPV’nin varlığı ve baş boyun YHK’nin etyolojideki rolü araştırılmalıdır.
OBJECTIVE: This study aims to assess the incidence of human papillomavirus (HPV) in patients with squamous cell carcinoma (SCC) of the head and neck treated by transoral robotic surgery (TORS).
METHODS: Between December 2009 and March 2013, a total of 30 patients with larynx (n=24), oral cavity and oropharyngeal SCC (n=6) (28 males, 2 females; mean age 66.4±13.5 years; range 41 to 77 years) who had been treated by TORS at our clinic were included in this study. The paraffin blocks of the pathological specimens taken from the patients were immunohistochemically stained with appropriate paint for specific HPV serotypes and were examined by light microscopy. The staining results were regarded as positive and negative.
RESULTS: No staining was detected in any of the patients included in this study to make us think of the presence of HPV.
CONCLUSION: Future studies with larger number of patients should be done to explore the presence and the role of HPV in the etiology of the SCC of the head and neck.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1594 kere görüntülendi)

2.
İleri derecede bazal krest deviasyonu olan hastalarda septoplasti ameliyatı sırasında bazal krestin çıkarılması veya yeniden konumlandırılması
Removing or repositioning of the basal crest during septoplasty operation in patients with severe basal crest deviation
Sayfalar 50 - 54
Melih Çayönü, Mustafa Erdogan, Mehmet Çelik
AMAÇ: Bu çalışmada septoplasti esnasında ileri derecede bazal krest eğriliğini gidermek için kullanılan iki farklı yaklaşımın ameliyat sonrası hasta memnuniyetini nasıl etkilediği karşılaştırıldı.
YÖNTEMLER: Ocak 2014 - Ekim 2015 tarihleri arasında yapılan çalışmaya şiddetli bazal krest eğriliği olan 40 hasta (25 erkek, 15 kadın; ort yaş 33±7 yıl; 18-45 yıl) dahil edildi. Hastalar yapılan cerrahi yaklaşıma göre iki gruba ayrıldı. Grup 1’de bazal krest yeniden konumlandırılırken, grup 2’de bazal krest çıkarıldı. Çalışmaya katılanlardan burun tıkanıklığının ve ameliyat sonrası memnuniyetin değerlendirilebilmesi için septoplastiden önce ve ameliyattan dört hafta sonra Burun Tıkanıklığı Semptom Değerlendirme (NOSE) ve görsel analog ölçeği (GAÖ) formlarını doldurmaları istendi.
BULGULAR: Hem grup 1’de hem de grup 2’de septoplasti sonrası NOSE ve GAÖ skorlarında anlamlı düşüş saptandı (grup 1 için p<0.001 ve p<0.001; grup 2 için p<0.001 ve p<0.001). Ameliyat öncesi ve sonrası NOSE ve GAÖ skorları karşılaştırıldığında grup 1 ve grup 2 arasında anlamlı bir fark saptanmadı.
SONUÇ: Septoplasti yüksek hasta memnuniyeti ile yapılabilir. Bazal krestin cerrahi girişim esnasında çıkarılması yerine, yeniden konumlandırılması alternatif bir yaklaşım olabilir.
OBJECTIVE: This study aims to compare how two different approaches used during septoplasty to remove the severe basal crest deviation affect the postopreative patient satisfaction.
METHODS: Between January 2014 and October 2015, a total of 40 patients with severe basal crest deviation (25 males, 15 females; mean age 33±7 years; range 18 to 45 years) were included in the study. Patients were divided into two groups according to the operative approach. In group 1, the basal crest was repositioned, whereas it was removed in group 2. Participants were asked to complete Nasal Obstruction Symptom Evaluation (NOSE) questionnaire and visual analog scale (VAS) before and four weeks after the septoplasty in order to assess their nasal obstruction and postoperative satisfaction.
RESULTS: Both the NOSE and VAS scores were significantly decreased in group 1 and group 2 after the septoplasty (p<0.001 and p<0.001 for group 1; p<0.001 and p<0.001 for group 2). When the pre- and postoperative NOSE and VAS scores were compared, we did not find any significant difference between group 1 and group 2.
CONCLUSION: Septoplasty can be performed with a high patient satisfaction. Repositioning of the basal crest is an alternative approach instead of removing it during this surgical intervention.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1419 kere görüntülendi)

3.
Yaygın timpanosklerozis ile serum kalsiyum, fosfor, D vitamini ve paratiroid hormonu düzeyleri arasındaki ilişki
Association between extensive tympanosclerosis and serum calcium, phosphorus, vitamin D, and parathyroid hormone levels
Sayfalar 55 - 59
Murat Doğan, Ali Bayram, İbrahim Hira, Işıl Çakır, İbrahim Özcan
AMAÇ: Bu çalışmada yaygın timpanosklerozis ile serum kalsiyum, fosfor, D vitamini ve paratiroid hormonu düzeyleri arasındaki ilişki araştırıldı.
YÖNTEMLER: Bu çalışma, Ekim 2014 - Mayıs 2015 tarihleri arasında, Kayseri Eğitim Araştırma Hastanesi Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Bölümü’nde yürütüldü. Yaygın timpanosklerozis tanısı konulan 37 hasta (18 erkek, 19 kadın; ort. yaş 35.4 yıl; dağılım 18-77 yıl) ile çalışma grubu oluşturuldu. Otuz iki sağlıklı birey (15 erkek, 17 kadın; ort. yaş 32.2 yıl; dağılım 18-67 yıl) kontrol grubu olarak alındı. Çalışmaya katılan her bireyin serum total kalsiyum, fosfor, D vitamini, paratiroid hormonu ve albümin düzeyleri analiz edildi. Serum albümin ile düzeltilmiş kalsiyum değerlerini elde etmek için, total kalsiyum seviyeleri serum albümin seviyelerine göre düzeltildi.
BULGULAR: Ortalama serum fosfor, D vitamini ve paratiroid hormonu değerleri çalışma grubunda anlamlı oranda yüksek iken, serum total kalsiyum ve albümin ile düzeltilmiş kalsiyum değerleri bakımından iki grup arasında anlamlı fark yoktu.
SONUÇ: Her ne kadar bu çalışma grubunda serum fosfor, D vitamini ve paratiroid hormonu düzeyleri ile yaygın timpanosklerozis arasında ilişki bulunsa da bu serum parametrelerinin, timpanosklerozis gelişiminin hücresel mekanizmalarındaki potansiyel rolü üzerine ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the association between extensive tympanosclerosis and serum levels of calcium, phosphorus, vitamin D, and parathyroid hormone.
METHODS: This study was conducted in the Department of Otorhinolaryngology Head and Neck Surgery of the Kayseri Training and Research Hospital between October 2014 and May 2015. Thirty-seven patients who were diagnosed with extensive tympanosclerosis were assigned as a study group (18 males, 19 females; mean age 35.4 years; range 18 to 77 years). Thirty-two healthy subjects (15 males, 17 females; mean age 32.2 years; range 18 to 67 years) were recruited as a control group. Serum total calcium, phosphorus, vitamin D, parathyroid hormone and albumin levels were analyzed for each subject in the study. Total calcium levels were corrected based on the serum albumin levels to obtain albumin corrected calcium.
RESULTS: While the mean values of serum phosphorus, vitamin D and parathyroid hormone were significantly higher in the study group, the difference was not significant for serum levels of total calcium and albumin corrected calcium between the two groups.
CONCLUSION: Although serum phosphorus, vitamin D and parathyroid hormone levels were found to be relevant for extensive tympanosclerosis in this study group, further studies are required to investigate the potential role of these serum parameters in cellular mechanisms of tympanosclerosis development.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1497 kere görüntülendi)

4.
Tıkayıcı uyku apne sendromunda farenks muayene bulgularının önemi
The importance of pharyngeal examination findings in obstructive sleep apnea syndrome
Sayfalar 60 - 63
Mukadder Korkmaz, Hakan Korkmaz, Fatma Küçüker, Soner Çankaya
AMAÇ: Bu çalışmada tıkayıcı uyku apne sendromu ön tanısı ile polisomnografi (PSG) yapılan hastalarda farengeal muayene bulguları ile PSG sonuçları arasında ilişki olup olmadığı araştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışmada, Kasım 2012 - Aralık 2013 tarihleri arasında, uyku laboratuvarına yatırılarak PSG uygulanan ve farengeal muayene bulguları kaydedilmiş olan 266 hastanın (141 erkek, 125 kadın; ort. yaş 51.8 yıl; dağılım 25-83 yıl) dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların fizik muayene bulgularının (tonsil büyüklüğü, dil büyüklüğü ve arka farengeal plikalar arası mesafe) yanı sıra vücut kütle indeksi ile polisomnografik verilerinden apne hipopne indeksi (AHİ) ve oksijen satürasyon değerleri arasındaki ilişki istatistiksel olarak analiz edildi.
BULGULAR: Tonsil büyüklüğü ile oksijen satürasyon ve desatürasyon değerleri arasında anlamlı ilişki bulunurken, AHİ ile tonsil büyüklüğü arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı (p=0.077). Arka farengeal plikalar arası mesafe ile minimum oksijen satürasyon değeri (p=0.023) ve AHİ arasındaki (p=0.025) ilişki anlamlıydı. Dil büyüklüğü ile oksijen satürasyon ve desatürasyon değerleri (p<0.001) arasında anlamlı ilişki bulunurken, dil büyüklüğü ile AHİ arasında anlamlı ilişki bulunmadı (p=0.079).
SONUÇ: Farengeal plikalar arası mesafe, hastalığın şiddetini öngörerek öncelikli olarak PSG yapılması gereken hastaların erken tanısını belirlemede değerli bir fizik muayene bulgusudur.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the relationship between pharyngeal examination findings and polysomnography (PSG) results in patients with prediagnosis of obstructive sleep apnea syndrome.
METHODS: Pharyngeal examination findings of the 266 patients (141 males, 125 females; mean age 51.8 years; range 25 to 83 years) who were admitted to the sleep laboratory and undergo PSG between November 2012 and December 2013 were retrospectively evaluated in this study. The relationship between polysomnographic data including apnea hypopnea index (AHI) and oxygen saturation values as well as physical examination findings (tonsil size, tongue size and the distance between posterior pharyngeal folds) and body mass index were statistically analyzed.
RESULTS: Although significant relation was found between tonsil size and oxygen saturation and desaturation values, there was no significant relationship between tonsil size and AHI (p=0.077). The relationships between the distance between posterior pharyngeal folds and AHI (p=0.025) and minimum oxygen saturation value (p=0.023) were significant. Significant relation was found between tongue size and oxygen saturation and desaturation values (p<0.001), but there was no significant relationship between tongue size and AHI (p=0.079).
CONCLUSION: The distance between pharyngeal folds is a valuable examination finding which can foresee the severity of the disease by helping determine the early recognition of the patients who primarily need PSG.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1537 kere görüntülendi)

5.
Kekeme çocukların yaşam kalitesi bulguları
Findings of quality of life in children with stuttering
Sayfalar 64 - 69
Murat Doğan, Nazan Nemli, Ali Bayram, Altan Kaya, Mehmet Yaşar
AMAÇ: Bu çalışmada kekemeliği olan çocukların kekemelik şiddetleri ve yaşam kaliteleri arasındaki ilişkiler değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Ocak 2015 - Kasım 2015 tarihleri arasında kliniğimize başvuran 28 kekeme çocuk (26 erkek, 2 kız; ort. yaş 10.03 yıl) ve normal konuşan 28 çocuk (22 erkek, 6 kız; ort. yaş 9.96 yıl) Kekemelik Şiddeti Değerlendirme Ölçeği 3 (SSI-3) ile kekemeliğin şiddeti açısından ve Çocuklar İçin Yaşam Kalitesi Ölçeği 4 (ÇİYKÖ 4) ile yaşam kalitesi açısından değerlendirildi ve karşılaştırıldı. Kekemeliğin şiddeti ile ÇİYKÖ puanları arasındaki ilişki araştırıldı.
BULGULAR: Kekeme grubun yaşam kalitesi puanları tüm alt ölçeklerde ve toplam puanda normal konuşan gruba göre daha düşük bulundu. Aradaki farkların hemen hemen tamamı istatistiksel olarak anlamlı idi. Ancak kekemeliğin şiddeti ile yaşam kalitesi bulguları arasında anlamlı bir ilişki gözlenmedi.
SONUÇ: Yaşam kalitesi değerlendirmeleri kekemeliğin takibinde faydalı bir yöntem olarak tercih edilebilir. Normal gruba göre kekeme grubun elde ettiği puanların zaman içerisindeki değişimleri ile terapinin başarısı arasındaki ilişkinin incelenmesi önerilmektedir.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the relationship between the severity of stuttering in children and their quality of life.
METHODS: Between January 2015 and November 2015, two groups consisting of 28 stutterers (26 male, 2 female; mean age 10.03 years) who were admitted to our clinic and 28 normal-speaking children (22 male, 6 female; mean age 9.96 years) were evaluated and compared by using Stuttering Severity Instrument 3 (SSI-3) for severity of stuttering and Quality of Life for Children Scale 4 (QLCS 4) for the quality of life. The relation between the severity of stuttering and the QLCS scores was examined.
RESULTS: The quality of life scores of stutterer group were found to be lower than those of normal-speaking group in all sub-scales and in total score. Almost all of the differences were statistically significant. But no relation was observed between the severity of stuttering and the QLCS scores.
CONCLUSION: Quality of life evaluations may be preferred as a useful method to follow-up the stuttering. Assessing the relation between the success of therapy and the changes in scores of normal-speaking and stuttering groups in course of time is recommended.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (2570 kere görüntülendi)

6.
Septoplasti ile kombine inferior turbinat cerrahileri sonrası trans-septal sütür, nazal tampon ve nazal splint karşılaştırması
The comparison of trans-septal suture, Merocel nasal packing and septal splint following septoplasty combined with inferior turbinate surgery
Sayfalar 70 - 77
Arzu Tatar, Özgür Yörük, Zahide Koşan, Fatma Atalay
AMAÇ: Bu çalışmada septoplasti ile kombine inferior turbinat cerrahilerinde, nazal splint, Merocel nazal tampon ve trans-septal sütür uygulamalarının ameliyat sonrası ağrı ve komplikasyonları önlemedeki etkinlikleri araştırıldı.
YÖNTEMLER: Ocak 2014 - Kasım 2015 tarihleri arasında, çalışmaya septoplasti ile birlikte inferior turbinat cerrahisi planlanan 180 hasta (129 erkek, 51 kadın; ort. yaş 31.32±10.27 yıl; dağılım 18-55 yıl) dahil edildi. Septoplastiyi takiben Radyofrekans Termal Ablasyon (RFTA) ve Parsiyel İnferior Turbinektomi (PİT) uygulanmak üzere hastalar iki eşit gruba ayrıldı. Her iki hasta grubu da kendi içinde, her grupta 30 hasta olacak şekilde, nazal splint, Merocel tampon ve trans-septal sütür uygulamak üzere üç alt gruba daha ayrıldı. Cerrahi süresi, minör ve majör hemoraji, ameliyat sonrası 6. saat, 1, 2. ve 3. günlerde değerlendirilen ağrı ve ameliyat sonrası 6. haftada görülen komplikasyonlar (septal perforasyon, hematom, enfeksiyon, kabuklanma ve nazal sineşi) ile karşılaştırıldı.
BULGULAR: Septoplasti ile eşzamanlı yapılan RFTA sonrası splint, Merocel tampon ve trans-septal sütür alt gruplarında, ameliyat sonrası ağrı hariç diğer araştırma parametrelerinde istatistiksel farklılık yoktu. Parsiyel inferior turbinektomi yapılan grupta Merocel tampon uygulanan beş, trans-septal sütür uygulanan altı, splint uygulanan bir hastada nazal sineşi gelişmesine rağmen sineşi ve diğer araştırma parametreleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Splint, trans-septal sütür ve Merocel tampon uygulanan gruplarda, ameliyat sonrası ağrı düzeyi en yüksek tampon gruplarında ve en düşük trans-septal sütür gruplarında tespit edildi.
SONUÇ: Septoplasti ile kombine RFTA cerrahilerinde trans-septal sütür uygulamasının, septoplasti ile kombine PİT cerrahilerinde ise splint kullanımının nazal tampon uygulamasına tercih edilmesi, tamponun neden olduğu ağrı, rahatsızlık ve komplikasyonların engellenmesine ve hastalara daha konforlu ameliyat sonrası dönem sunulmasına katkı sağlayacaktır.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the efficacy of nasal splint, Merocel nasal packing and trans-septal suturing applications in septoplasty combined with inferior turbinate surgeries in the prevention of postoperative pain and complications.
METHODS: Between January 2014 and October 2015 a total of 180 patients (129 male, 51 female; mean age 31.32±10.27 years; range 18 to 55 years) for which septoplasty concurrent with inferior turbinate surgery was planned were included in this study. Following septoplasty, patients were divided into two equal groups to apply Radiofrequency Thermal Ablation (RFTA) and Partial Inferior Turbinectomy (PIT). Both patient groups were separated into three subgroups in themselves to apply nasal splint, Merocel packing and trans-septal suturing, so that each group would have 30 patients. The duration of surgery, minor and major hemorrhage, postoperative pain evaluated at the 6th hour, on the 1st, 2nd and 3rd day, and postoperative complications in the 6th week (septal perforation, hematoma, infection, crusting, nasal synechiae) were compared.
RESULTS: There was no statistical difference in research parameters except for the postoperative pain in three subgroups applied splint, Merocel packing, and trans-septal suture after RFTA concurrent with septoplasty surgery. Although nasal synechia developed in five patients who were applied Merocel packing, in six patients who were applied trans-septal suture and in one patient who was applied splint in the group in which PIT was performed, the difference between synechiae and other research parameters was statistically insignificant. The highest level of postoperative pain was determined in the Merocel packing groups, and the lowest level was determined in the groups that were applied trans-septal suture at the groups in which splint, Merocel packing, and trans-septal suture were applied.
CONCLUSION: The preference of splint use in septoplasty combined with PIT surgeries to Merocel packing and the preference of trans-septal suture application in septoplasty combined with RFTA surgeries to Merocel nasal packing will contribute to the prevention of pain, discomfort and complications caused by Merocel packing and to providing patients with a more comfortable postoperative period.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1446 kere görüntülendi)

OLGU SUNUMU
7.
Burun ucu defektlerinin onarımında nazal dorsal glabellar flep tekniği
Nasal dorsal glabellar flap in the treatment of nasal tip defects
Sayfalar 78 - 80
Bahadır Baykal, Ibrahim Erdim, Zübeyde Elmalı, Baver Maşallah Şimşek, Fatma Tülin Kayhan
Yüzde göze en çok çarpan yapılardan biri olan burnun anatomik özelliği nedeniyle burunda travmaya ve cilt kanserlerine sık rastlanır. Multipl estetik subüniteleri, konveksiteleri ve konkaviteleri burun rekonstrüksiyonunu güçleştirmektedir. Bir buçuk santimetrenin üstündeki burun defektleri kompleks flepler veya greftler ile onarılmalıdır. Bu yazıda geniş defekt onarımında estetik açıdan daha olumlu, komplikasyon açısından daha düşük riskli olan nazal dorsal glabellar flebi uyguladığımız 58 yaşında bir erkek olgu sunuldu.
As nose is one of the most prominent structures of the face due to its anatomical feature, it is frequently subjected to trauma and skin cancers. Multiple aesthetic subunits, convexity and concavity make the reconstruction of nose more difficult. The defects of the nose that are over 1.5 cm must be repaired with complex flaps and grafts. In this article, we present a 58-year-old male case treated with nasal dorsal glabellar flap which has more satisfactory aesthetic results and less complication rates in repairing large defects.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1884 kere görüntülendi)

8.
Rekürren nazal septal piyojenik granülomun endoskopik eksizyonu
Endoscopic excision of recurrent nasal septal pyogenic granuloma
Sayfalar 81 - 84
Çağdaş Elsürer, Ömer Erdur, Hakan Dağıstan, Mete Kaan Bozkurt, Ertuğrul Kibar, Pınar Karabağlı
Nazal kavitenin lobüler kapiller hemanjiomları (Piyojenik granülom) benign bir tümör olup etyolojisi tam olarak bilinmemektedir. En çok üzerinde durulan nedenler nazal travma ve hormonal faktörlerdir. Genellikle bir pedinkül ile anterior septum mukozasından kaynaklanırlar. Tek taraflı burun tıkanıklığı ve burun kanaması en önde gelen semptomlardır. Hızlı büyümeleri ve ülseratif görünümlerinden dolayı bazen nazal maligniteler ile karıştırılabilmektedir. Bu yazıda 46 yaşında bir kadın hastada daha önceki tedavilerinden sonra iki kez nüks eden piyojenik granülom olgusunun endoskopik olarak tüm sınırları görülerek tutunduğu mukoza ve perikondrium ile birlikte çıkarılması sunuldu. Nazal piyojenik granülom olgularının cerrahi tedavilerinin endoskopik yöntemle mukoza ve perikondrium ile birlikte çıkarılmasının gerekliliği literatür eşliğinde tartışıldı.
Lobular capillary hemangiomas of the nasal cavity (Pyogenic granuloma) are benign tumors and their etiology is not known exactly. Most emphasized reasons are nasal trauma and hormonal factors. They are usually pedunculated and originated from the anterior septal mucosa. Unilateral nasal obstruction and epistaxis are the most common symptoms. Due to rapid growth and ulcerative appearance, they can sometimes be confused with nasal malignancies. In this article we report the second recurrence of pyogenic granuloma after previous treatments of a 46-year-old female patient that was removed subperichondrially and subperiostially with the endoscopic visualization of all of its boundaries. In the light of the literature, we discussed the necessity of endoscopic method in surgical treatments of the nasal pyogenic granulomas in subperichondrial and subperiosteal excision of the tumor.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (2058 kere görüntülendi)

9.
Burun kanaması ve boğazda takılma hissi ile başvuran iki ayrı sülük enfestasyonu olgusu
Two cases of leech infestation that were admitted with epistaxis and globus sensation
Sayfalar 85 - 87
Hayri Yıldırım, Aylin Gül, Müzeyyen Çetin, Beyhan Yılmaz, Engin Şengül, Ismail Topçu
Özellikle kırsal kesimlerde, doğal su kaynaklarının içme amacıyla kullanılmasından dolayı sülük enfestasyonları daha sık gözlenmektedir. Sülük enfestasyonları burun kanaması, hemoptizi, hematemez, vajinal kanama, boğazda takılma hissi ve yutma güçlüğü gibi değişik klinik semptomlara neden olabilir. Bu nedenle kırsal kesimden gelen hastalarda açıklanamayan benzer semptomlarda sülük enfestasyonu akla getirilmelidir. Bu yazıda tanı koymada güçlük çekilen nazofarenkse yerleşmiş canlı sülüğün neden olduğu aralıklı burun kanaması yakınması ile başvuran bir hasta ile sol bant ventrikül üzerine yerleşmiş canlı sülüğün neden olduğu boğazda takılma hissi ile başvuran bir hasta sunuldu.
Especially in rural areas, leech infestation is more common due to the use of natural water sources for drinking purposes. Leech infestation can lead to different clinical symptoms such as epistaxis, hemoptysis, hematemesis, vaginal bleeding, globus sensation and difficulty with swallowing. Therefore, leech infestation should be considered in patients from rural areas with similar unexplained symptoms. In this article, we present a patient who was admitted with the complaint of intermittent epistaxis caused by the live leech settled on the nasopharynx that was difficult to diagnose; and a patient who was admitted with globus sensation caused by the live leech settled on the left ventricular band.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (2357 kere görüntülendi)

10.
Lokalize larengeal amiloidozis: Olgu sunumu
Localised laryngeal amyloidosis: a case report
Sayfalar 88 - 90
Kamran Sarı, Sevinç Şahin, İbrahim Akın, Reha Aydın, Zeliha Kapusuz Gencer, Selda Seçkin
Amiloidozis, anormal ekstraselüler protein birikimi ile karakterize edilen bir patolojidir. Larenks kaynaklı amiloidozis nadiren sistemik hastalıkla ilişkilidir. Bu yazıda, kliniğimize boğaz ağrısı, ses kısıklığı ve yutma güçlüğü yakınmasıyla başvuran larengeal amiloidozisi olan 64 yaşında bir kadın olgu sunuldu. Fizik muayenesinde, sağ aritenoid kıkırdaktan kaynaklanıp sol aritenoid kıkırdağa uzanan ve altta sağ bant ventriküle ilerleyen yaklaşık 1x1 cm boyutlarında sarımsı renkte lezyon izlendi. Kitle genel anestezi altında mikrolaringoskopik yaklaşımla çıkarıldı. Histopatolojik inceleme sonucu amiloidozis olarak değerlendirildi. Larengeal amiloidozis, ses kısıklığı veya yutma zorluğu tanımlayan hastalarda ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır. Lokalize larengeal amiloidozis tanısı konulmadan önce hastalar sistemik hastalık açısından araştırılmalıdır. Cerrahi sonrasında nüks sıklığı nedeniyle hastalar düzenli olarak takip edilmelidir.
Amyloidosis is a pathology that is characterized by abnormal extracellular protein deposition. Isolated laryngeal amyloidosis is rarely associated with systemic disease. In this article, we present a 64-year-old female case who was admitted to our clinic with complaints of sore throat, hoarseness and dysphagia. At physical examination, a yellowish lesion about 1x1 cm was viewed, which was originated from right arytenoid cartilage and reached left arytenoid cartilage, and then right ventricular fold. The lesion was excised with microlaryngoscopic approach. It was evaluated as amyloidosis at the histopathologic examination. Laryngeal amyloidosis should be kept in mind in differential diagnosis of patients with complaints of sore throat and hoarseness. Patients should be investigated in terms of systemic disease before the diagnosis of localized laryngeal amyloidosis. Patients should be followed up regularly due to the recurrence frequency after the surgery.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1358 kere görüntülendi)

11.
Total larenjektomili hastada radyoterapi sonrası gelişen hipofarengeal darlıkta balon dilatasyon tedavi yaklaşımı
The approach of balloon dilatation treatment in hypopharyngeal stenosis developing after radiotherapy in patient with total laryngectomy
Sayfalar 91 - 95
Ahmet Kutluhan, Elif Ersoy Çallıoğlu, Kazım Bozdemir, Özmen Kara
Baş boyun bölgesine uygulanan radyoterapi hipofarenkste darlık gelişimi için bir risk faktörüdür. Radyoterapi sonrası oluşan darlığın oluşma mekanizması özofagus ve hipofarenks duvarında meydana gelen obliteratif endarteritisin neden olduğu iskemiye bağlı oluşan fibrozistir. Benign darlıklar sık olarak görülmeleri ve tedavi sonrasında nüks oranının yüksek olması nedeniyle klinik uygulamada can sıkıcı bir sorun olma özelliğini sürdürmektedir. Darlık kendini ilk önce katı daha sonra sıvı gıdaları yutma güçlüğü olarak gösterir. Tedavisinde balon dilatasyon yöntemi etkili ve güvenli bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu yazıda, T3N0M0 larenks kanseri nedeni ile total larenjektomi yapılan, ardından patoloji incelemesinde tiroid kıkırdak invazyonu saptanması üzerine radyoterapi uygulanan 65 yaşında bir erkek hastanın ameliyat sonrası ikinci yılında gelişen hipofarengeal bölgedeki darlıkta uyguladığımız balon dilatasyon tedavi yaklaşımı sunuldu.
Radiotherapy administered to head and neck region is a risk factor for the development of stricture in hypopharynx. The mechanism underlying the stricture developing after radiotherapy is fibrosis due to ischemia caused by obliterative endarteritis occurring on the wall of esophagus and hypopharynx. Benign strictures still remain as a clinically troublesome problem because of their high frequency and high rate of recurrence following the treatment. Stenosis reveals itself as dysphagia first with solid and then with liquid food. Balloon dilatation is used as an efficient and safe method in its treatment. In this article, we report the balloon dilatation treatment method used in a 65-year-old male case, who underwent total laryngectomy owing to T3N0M0 larynx carcinoma and then underwent radiotherapy upon the detection of thyroid cartilage invasion in the pathological examination, with the development of stenosis in the second year after the operation.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1568 kere görüntülendi)