Cilt: 2  Sayı: 1 (2014)
Özetleri Gizle | << Geri
ÖZGÜN ARAŞTIRMA
1.
Hearing results according to ossiculoplasty techniques in chronic otitis media
Kronik otitis mediada ossiküloplasti tekniklerine göre işitme sonuçları
Sayfalar 11 - 17
Adil Eryılmaz, Melek Uyar, Oğuzhan Oğuz, Ayşe İriz, Süleyman Boynueğri, Aydın Acar, Altan Kaya, Nihal Geçgil
AMAÇ: This study aims to evaluate the variables which affect hearing results in ossiculoplasty in patients with chronic otitis media.
YÖNTEMLER: Ocak 2010 - Temmuz 2011 tarihleri arasında kronik otitis media nedeniyle ossiküloplasti cerrahisi uygulanan 52 hasta retrospektif olarak incelendi. Ossiküler kalıntıların ve seçilen ossiküloplasti tekniklerinin işitme üzerindeki etkileri karşılaştırıldı. Hava-kemik aralıkları (HKA) ölçümleri ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemde yapıldı. Hava-kemik aralığı düzeyinin ≥20 dB olması başarılı olarak kabul edildi. Kemik çimentosu tekniği, özellikle diğer tekniklere olan üstünlüğü açısından tartışıldı.
BULGULAR: Kronik otitis media nedeni ile ameliyat edilen hastaların %36’sına ossiküloplasti uygulandı. Ameliyat sonrası HKA düzeyleri, hastaların %26.9’unda (n=14) <20 dB olarak tespit edildi. Stapes suprastrüktürü sağlam olan hastalarda ortalama HKA 23.5±9.9 iken, stapes suprastrüktürü sağlam olmayan hastalarda 33.7±10.1 olarak tespit edildi (p=0.001). En iyi cerrahi sonuçlar, malleus kolu sağlam olan ve kemik çimentosu ossiküloplasti uygulanan hastalarda 17.1±9.4 dB olarak elde edildi (p=0.048).
SONUÇ: Bu çalışmada, malleus kolunun durumu ossiküloplasti başarısını etkileyen en önemli faktör olarak saptandı. İşitme sonuçları kemik çimentosu tekniği ile en az konvansiyonel teknikler kadar pozitifti. Biz kemik çimentosu tekniği kullanılarak, ossiküloplasti materyalinin emilim ve atılım sorunlarının belirli olgularda önlenebileceğini düşünüyoruz.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the variables which affect hearing results in ossiculoplasty in patients with chronic otitis media.
METHODS: Fifty-two patients who underwent ossiculoplasty surgery due to chronic otitis media between January 2010 and July 2011 were retrospectively analyzed. The effects of the ossicular residue and selected ossiculoplasty techniques on hearing were compared. Air-bone-gap (ABG) levels were determined both preoperatively and postoperatively. Postoperative ABG levels ≥20 dB were considered successful. Bone cement technique was reviewed in terms of specific superiority from other techniques.
RESULTS: Ossiculoplasty was applied only 36% of patients operated due to chronic otitis media. Postoperative ABG levels were <20 dB in 26.9% (n=14) of patients. The mean postoperative ABG level was 23.5±9.9 in patients with an intact stapes suprastructure and 33.7±10.1 in those without an intact stapes suprastructure (p=0.001). The best surgical results were found to be 17.1±9.4 dB in patients with an intact malleus handle undergoing bone cement ossiculoplasty (p=0.048).
CONCLUSION: In this study, we conclude that status of malleus handle is the most important factor which influence the success of ossiculoplasty. Hearing results were positive with bone cement technique at least conventional techniques. We consider that the usage of bone cement technique may rule out absorption and extraction of ossiculoplasty material-related problems in selected cases.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1964 kere görüntülendi)

2.
The biochemical and hematological parameters of patients with acoustic trauma caused by gunshot noise
Silah sesi nedeniyle akustik travma geçiren hastaların biyokimyasal ve hematolojik parametreleri
Sayfalar 18 - 22
Murat Salihoglu, Onuralp Kurt, Aytug Altundag, Melih Cayonu
AMAÇ: Bu çalışmada silah sesi nedeniyle akustik travmaya bağlı işitme kaybı oluşan hastaların biyokimyasal ve hematolojik parametreleri değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Elli bir erkek katılımcı (ort. yaş 23.1±3.4 yıl; dağılım, 21-36 yıl) bu çalışmaya dahil edildi. Akustik travma grubu ateşli silah eğitimi sonrası işitme kaybı gelişen 25 hastadan oluştu. Buna karşılık aynı ateşli silah eğitimi sonrası işitme kaybı veya tinnitus yakınması olmayan katılımcılar arasından rastgele sağlıklı kontroller seçildi (n=26). Çalışma ve kontrol grupları, biyokimyasal ve hematolojik parametreler açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Sağlıklı kontrollere kıyasla serum folat ve B12 vitamin düzeyleri akustik travma hastalarında azaldı (sırasıyla, p<0.001 ve p=0.04). Homosistein düzeyleri, kontrol grubuna kıyasla, akustik travma hastalarında anlamlı düzeyde arttı (p<0.001). Aktive parsiyel tromboplastin zamanı akustik travma hastalarında sağlıklı kontrollerden anlamlı derecede daha kısaydı (p<0.001).
SONUÇ: Serum folat, vitamin B12 ve homosistein düzeylerindeki değişimler akustik travma patofizyolojik mekanizmasına, en azından kısmen, katkıda bulunabilir. Bu nedenle, bu parametreler akustik travma kaynaklı işitme kaybı olan hastalarda araştırılmalıdır.
OBJECTIVE: In this study, we aimed to evaluate the biochemical and hematologic parameters of patients with acoustic trauma-induced hearing loss caused by gunshot noise.
METHODS: Fifty one male participants (23.1±3.4 years; range 21 to 36 years) were included in the study. The acoustic trauma group was constituted of 25 patients admitted with hearing loss after the firearm training. Whereas the healthy controls were selected randomly from the participants (n=26) without any complaint of hearing loss or tinnitus after the same firearm training. The biochemical and hematological parameters were compared between the study and control groups.
RESULTS: Serum folate and vitamin B12 levels were decreased in patients with acoustic trauma compared to healthy controls (p<0.001 and p=0.04, respectively). Homocysteine levels were significantly increased in patients with acoustic trauma than the control group (p<0.001). Activated partial thromboplastin time was significantly shorter in patients with acoustic trauma than healthy controls (p<0.001).
CONCLUSION: The changes in folate, vitamin B12, and homocysteine levels may contribute, in part at least, to the pathophysiological mechanism of acoustic trauma. Therefore, these parameters should be investigated in patients with acoustic trauma-induced hearing loss.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (1671 kere görüntülendi)

3.
Boğazlıyan ve çevresindeki burun kanaması yaygınlığının retrospektif analizi
A retrospective analysis of epistaxis prevalence in Bogazliyan and its surrounding region
Sayfalar 23 - 27
Ali Yüksel
AMAÇ: Bu çalışmada Boğazlıyan ve çevresinde burun kanaması yaygınlığı ve dağılımı yaş, ay, yerine ve tedavi yöntemlerine göre belirlendi.
YÖNTEMLER: 21 Mayıs 2012 - 21 Mayıs 2013 tarihleri arasında kulak burun boğaz polikliniğine başvuran 8203 hastadan aktif veya tekrarlayan burun kanaması yakınması olan 427 hasta çalışmaya alındı. Hastalar anterior rinoskopi ve burun endoskopisi ile değerlendirildi. Hastalar yaş gruplarına, başvurdukları aylara, burun kanamasının yerine ve tedavi yöntemlerine göre gruplara ayrıldı.
BULGULAR: Yaş gruplarına göre 0-10 yaş arası hastaların %12.2’sinde, 10-18 yaş arası hastaların %9’unda, 18-65 yaş arası hastaların %2.4’ünde ve 65 yaş üstü hastaların %4.5’inde burun kanaması tespit edildi. Hastaların 56’sında (%13) aktif burun kanaması, 371’inde (%87) ise tekrarlayan burun kanaması atağı vardı. Kuru, soğuk ve sıcak havalarda görülme sıklığı en yüksek idi. Hastaların hepsi konservatif yöntemlerle tedavi edildi.
SONUÇ: Boğazlıyan ve çevresindeki hastalar arasında burun kanaması yaygınlığı %5.2’dir. Burun kanaması tedavisinde, konservatif yöntemler etkilidir.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the prevalence and distribution of epistaxis according to the age, month, localization and treatment management in Bogazliyan and its surrounding region.
METHODS: Of 8203 patients who were admitted to the ear, nose, and throat outpatient clinic between May 2012 and May 2013, 427 patients with an active or recurrent epistaxis were included. Patients were examined by anterior rhinoscopy and nasal endoscopy. They were divided into groups according to the age, month, localization of epistaxis and treatment management.
RESULTS: According to the age groups, 12.2% patients aged 0-10 years, 9% patients aged 10-18 years, 2.4% patients aged 18-65 years, and 4.5% patients aged above 65 years had epistaxis. Fifty-six patients (13%) presented with active epistaxis, while 371 (87%) had recurrent epistaxis. The incidence was highest in dry, cold and hot weather. All patients were managed by conservative methods.
CONCLUSION: The prevalence of epistaxis among patients is 5.2% in Bogazliyan and its surrounding region. Conservative methods are effective in the treatment of epistaxis.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1664 kere görüntülendi)

4.
Maksillektomi uygulanan hastalarda yaşam kalitesinin değerlendirilmesi
Assessment of quality of life in patients undergoing maxillectomy
Sayfalar 28 - 32
Güven Yıldırım, Tolgar Lütfi Kumral, Yavuz Uyar, Güler Berkiten, Ziya Saltürk, Mehmet Önder Doğan, Muzaffer İnan
AMAÇ: Bu çalışmada paranazal sinüs tümörlerine cerrahi yaklaşım ve hastaların ameliyat sonrası yaşam kaliteleri değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Ocak 2006 - Aralık 2013 tarihleri arasında maksilla tümörü nedeniyle ameliyat edilen 17 hasta (7 erkek, 10 kadın; ort. yaş 59.3±13.9 yıl; dağılım 31-86 yıl) çalışmaya alındı. Maksilla tümör cerrahisi sonrası patolojik tanı kondu. Ameliyat sonrası parsiyel ve total maksillektomi yapılan hastaların yaşam kalitesini sorgulamak amacıyla Kısa Form 36 (KF-36) anketi uygulandı ve kendi içinde karşılaştırıldı.
BULGULAR: Hastaların 14’üne (%82.4) parsiyel maksillektomi, üçüne (%17.6) total maksillektomi yapıldı. Yaşam kalitesi KF-36 anketine göre, parsiyel maksillektomi olan hastaların hem anketin fiziksel hem de mental sağlık bileşenleri, total maksillektomi olanlara kıyasla, anlamlı derece yüksek idi (p<0.05).
SONUÇ: Paranazal sinüs tümörlerinin tedavi protokolleri olguya göre planlanmalıdır. Cerrah, konservatif tedavi parsiyel maksillektomi hastalarının yaşam kalitesini iyileştirdiği için, mümkün olduğu kadar konservatif olmalıdır.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the surgical approach to the paranasal sinus tumors and postoperative quality of life of the patients.
METHODS: Between January 2006 and December 2013, 17 patients (7 males, 10 females; mean age 59.3±13.9 years; range 31 to 86 years) who underwent surgery for maxillary tumors were included in this study. Pathological diagnosis after maxilla tumor surgery were made. After surgery, the Short Form-36 (SF-36) questionnaire was applied to the patients who underwent partial or total maxillectomy and were compared between each other.
RESULTS: Fourteen of the patients (82.4%) had partial maxillectomy, while three (17.6%) had total maxillectomy. According to the quality of life SF-36 questionnaire, both physical and mental health components of the questionnaire of the partial maxillectomy patients were significantly higher than those with total maxillectomy (p<0.05).
CONCLUSION: The treatment protocols of paranasal sinus tumors should be tailored individually. Surgeon should be conservative as much as possible, since conservative treatment improves the quality of life of patients with partial maxillectomy.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (3540 kere görüntülendi)

5.
Baş boyun kanserlerinde nodal metastazların değerlendirilmesinde pozitron emisyon tomografi-bilgisayarlı tomografinin yeri
The role of positron emission tomography-computed tomography in assessing nodal metastasis in head and neck cancers
Sayfalar 33 - 37
Kadri Demir, Aslıhan Semiz Oysu, Aslı Şahin Yılmaz, Çağatay Oysu
AMAÇ: Bu çalışmada baş boyun kanserli hastalarda pozitron emisyon tomografisi-bilgisayarlı tomografinin (PET/BT) lenf nodu metastazı tespitindeki performansı değerlendirildi ve PET/BT’nin performansı standart bir tanı aracı olan manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile karşılaştırıldı.
YÖNTEMLER: Haziran 2010 - Temmuz 2011 tarihleri arasında kliniğimizde baş boyun kanseri tanısı konmuş 26 hasta (1 kadın, 25 erkek; ort. yaş 63.2 yıl; dağılım 39-82 yıl) çalışmaya dahil edildi. Hastaların primer tümörü histopatolojik olarak doğrulandıktan sonra MRG ve takiben PET/BT istenerek tümörün ve boynun ameliyat öncesi klinik evrelemesi yapıldı. Hastaların tümüne boyun diseksiyonu uygulandı. Özgüllük, duyarlılık, pozitif öngördürücü ve negatif öngördürücü değerleri nihai patolojik tanıya ve boyun lenf nodlarında metastaz mevcudiyetine göre hesaplandı.
BULGULAR: Tüm boyun diseksiyonlarında (38 adet) özgüllük, duyarlılık, pozitif öngördürücü değer ve negatif öngördürücü değer PET/BT için sırasıyla %52, %93, %56 ve %92; MRG için sırasıyla %70, %92, %65 ve %94 idi. N0 boyunlu hastalarda ise özgüllük, duyarlılık, pozitif öngördürücü değer ve negatif öngördürücü değerler PET/BT için sırasıyla %54, %66, %16 ve %92 idi. Aynı değerler MRG için sırasıyla %72, %33, %14 ve %88 idi. Nodal metastaz tespitinde PET/BT ve MRG arasında tanı performansı açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Manyetik rezonans görüntüleme özellikle N0 boyunlarda gerçek pozitifliği bulmakta PET/BT kadar başarılı olamadı.
SONUÇ: Biz PET/BT’nin özellikle T3 ve T4 gibi ileri evre ve nodal metastazı olan hastalarda kullanılmasının daha yararlı olacağı kanısındayız.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the diagnostic performance of positron emission tomography–computed tomography (PET/CT) in detecting lymph node metastasis in patients with head and neck cancers and to compare its performance with magnetic resonance imaging (MRI), a standard diagnostic tool.
METHODS: Between 2010 June and 2011 July, 26 patients (1 female, 25 males; mean age 63.2 years; range 39 to 82 years) with a diagnosis of head and neck cancer in our clinic were included in this study. After the primary tumor was confirmed with histopathological techniques, MRI followed by PET/CT were performed and preoperative clinical staging of the tumor and neck was done. All patients underwent neck dissection. The specificity, sensitivity, positive predictive values, and negative predictive values were calculated based on the final pathological diagnosis and the presence of metastasis in the lymph nodes of the neck.
RESULTS: For all the neck dissections (38 pieces), the specificity, sensitivity, positive predictive values and negative predictive values of PET/CT were 52%, 93%, 56%, and 92% respectively and 70%, 92%, 65%, and 94% for MRI, respectively. For patients with N0 neck, the specificity, sensitivity, positive predictive values and negative predictive values of PET/CT were 54%, 66%, 16% and 92%, respectively. The same parameters for MRI were 72%, 33%, 14%, and 88%, respectively. There was no statistically significant difference in the diagnostic performance of PET/CT and MRI in detecting nodal metastasis. Magnetic resonance imaging was not as successful as PET/CT in detecting true positivity in a N0 neck, particularly.
CONCLUSION: We believe that PET/CT is a better diagnostic tool in patients with late stage tumors such as T3 and T4 with nodal metastasis.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (2604 kere görüntülendi)

OLGU SUNUMU
6.
Dev konka bülloza piyoseli
Giant concha bullosa pyocele
Sayfalar 38 - 40
Muhsin Koten, Mehmet Turgay Türkmen, Abdullah Taş, Ahmet Rıfat Karasalihoğlu
Konka bülloza terimi, genel olarak pnömatize orta konkanın havalandırılmasını ifade etmek için kullanılır. Konka bülloza sinonazal bölgenin sık anatomik varyasyonlarından biridir ve çoğunlukla asemptomatiktir. Mukoselin enfekte olmasıyla konka bülloza piyoseli oluşabilir. Bu tür durumlarda konkanın boyutları enflamatuvar süreç nedeniyle daha da artarak, paranazal sinüslerin drenajını engeller. Konka bülloza, ciddi orbital ve intrakraniyal komplikasyonlara neden olabilir. Bu makalede, aynı taraflı frontoetmoidal ve maksiller sinüzite neden olan dev konka bülloza piyoselli 15 yaşında bir kadın olgu sunuldu.
The term “concha bullosa” is generally used to describe the aeration of pneumatized middle turbinate. Concha bullosa is one of the most common anatomical variant of sinonasal area and is usually asymptomatic. Concha bullosa pyocele may occur when a mucocele becomes infected. In such cases, the concha prevents the drainage of the paranasal sinuses, by expanding due to an inflammatory process. Concha bullosa may lead to serious orbital and intracranial complications. In this article, we present a 15-year-old female case of a giant concha bullosa pyocele leading to ipsilateral frontoethmoid and maxillary sinusitis.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1895 kere görüntülendi)

7.
Ameliyat sırasında masif kanayan dev maksiller sinüs mukoseli
A giant maxillary sinus mucocel bleeding massively during operation
Sayfalar 41 - 44
Cenk Evren, Serkan Çorakçı, Mehmet Birol Uğur, Yalçın Özdemir
Paranazal sinüs mukoselleri mukus birikimi nedeniyle lokal genişleme gösteren, benign kitlelerdir. Benign karakterde olmalarına rağmen, büyük boyutlara ulaşarak çevre kemiklerde yarattıkları basınç ile yıkıma yol açabilirler. Maksiller sinüs mukosellerinin tedavisi cerrahidir. Bu yazıda dev sağ maksiller sinüs mukoseli olan 50 yaşında bir erkek olgu sunuldu. Ameliyat sırasında hastanın 1800 ml kanaması oldu. Hastalığın ayırıcı tanısı ve cerrahi tedavi seçenekleri literatür verileri eşliğinde gözden geçirildi.
Mucoceles of the paranasal sinuses are benign masses which show local enlargement due to mucus collection. Despite their benign nature, they can expand in huge sizes resulting in the destruction of the bone by the pressure at the surrounding bone. The treatment of maxillary sinus mucoceles is surgical. In this article, we report a 50-year-old male case with a giant mucocele of the right maxillary sinus. The patient had 1800 ml bleeding during surgery. The differential diagnosis of the disease and the surgical treatment options were reviewed in the light of the literature data.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (2042 kere görüntülendi)

8.
Yan burun duvarından kaynaklanan lobüler kapiller dev hemanjiyom
A lobular capillary giant hemangioma originating from the lateral nasal wall
Sayfalar 45 - 48
Mustafa Kaymakçı, Erdoğan Bülbül, Serpil Paksoy, Mustafa Acar
Lobüler kapiller hemanjiyomlar (LKH) benign, hızlı büyüyen ve frajil kitlelerdir. Bu kitlelerin etyolojisi tam olarak açıklanamamıştır. Nadiren burun duvarından kaynaklanır. Aşırı kanamalı oldukları ve hızlı büyüdükleri için klinik uygulamada LKH’ler genellikle kötü huylu tümörler ile karıştırılır. Bu yazıda, ameliyat öncesi embolizasyon yapılmaksızın endoskopik yaklaşım ile eksize edilen, yan burun duvarından kaynaklanan bir dev LKH olgusu literatür eşliğinde tartışıldı.
Lobular capillary hemangiomas (LCHs) are benign, rapidly growing, and fragile masses. The etiology of these masses is unclear. They are rarely originated from the nasal wall. Due to massive bleeding nature and rapidly growing, LCH are usually misdiagnosed as malignant tumors in clinical practice. In this article, we describe a case of a giant LCH originating from the lateral nasal wall, which was excised endoscopically without preoperative embolization in the light of the literature.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (2518 kere görüntülendi)

9.
Concha bullosa of inferior turbinate: a rare cause of nasal obstruction
Sayfalar 49 - 51
Gürkan Kayabaşoğlu, Recep Kaymaz, Mahmut Sinan Yılmaz
Nasal obstruction is a common health problem in our society. Concha bullosa, which is pneumatization of conchas, is one of the causes of nasal obstruction and usually seen in middle turbinates. Hypertrophy of conchal mucosa is the most common cause of conchas-related nasal obstruction and mostly involves the inferior turbinates. In this article, we present a 14-year-old female case who suffered from nasal obstruction originated from inferior concha bullosa, a rarely reported case in the literature.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (2559 kere görüntülendi)

10.
Otolojik cerrahi sonrası ani işitme kaybı tedavisinde transtimpanik deksametazon enjeksiyonu
Transtympanic dexamethasone injection in the treatment of sudden hearing loss after otologic surgery
Sayfalar 52 - 54
Çağatay Han ÜLKÜ
Ani sensörinöral işitme kaybı, otolojik bir acildir ve genellikle üç gün içerisinde, ardışık üç frekansta 30 dB ve üzerinde ortaya çıkan tek taraflı sağırlık şeklinde görülür. Hastalığın tedavisi için tam bir uzlaşı yoktur. Günümüzde, ana tedavi yüksek doz sistemik steroid verilmesidir. Bu tedaviye dirençli hastalarda, transtimpanik steroid enjeksiyonu, sistemik yan etkiler olmaksızın, güvenli ve etkin bir tedavi sağlar. Bu çalışmada, nadir bir klinik durum olması nedeni otolojik cerrahi sonrası gelişen, sistemik steroide yanıt vermeyen ve transtimpanik steroid enjeksiyonu ile tedavi edilen ani sensörinöral işitme kayıplı 19 yaşında bir kadın olgu sunuldu. Literatür gözden geçirilerek tedavi yönteminin etkinliği ve güvenilirliği vurgulandı.
Sudden sensorineural hearing loss is an otologic emergency and usually presents as a unilateral deafness, of 30 dB or more sensorineural hearing loss at three consecutive frequencies occurring within three days. There is no definite consensus for the treatment of the disease. Currently, the primary treatment is systemic high dose steroid administration. In the patients who are refractory to this treatment, transtympanic steroid injection offers a safe and effective therapy without systemic side effects. In this study, we report a 19-year-old female case with sudden hearing loss occurred after otologic surgery a rare clinical condition, who was refractory to systemic steroid and treated with transtympanic steroids injection. The literature was reviewed, and the effectiveness and reliability of the treatment method were emphasized.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (1990 kere görüntülendi)