Cilt: 12  Sayı: 1 (2024)
Özetleri Gizle | << Geri
ÖZGÜN ARAŞTIRMA
1.
Eritrosit dağılım genişliği vestibüler nöritin prognozunu öngörebilir
Red blood cell distribution width may predict the prognosis of vestibular neuritis
Sayfalar 1 - 7
Ayça Başkadem Yılmazer, Esmail Abdulahi Ahmed, Ayse Enise Goker, Avni Akin Bayram, Hasan Sami Bircan, Yavuz Uyar
AMAÇ: Çalışmada, tam kan sayımında elde edilen diğer enflamatuvar belirteçlerin yanı sıra, kırmızı küre dağılım genişliği (RDW)’nin vestibüler nörit (VN)’in etiyolojisinde, tanısında ve prognozunda öngörü değeri olup olmadığının gösterilmesi amaçlandı.
YÖNTEMLER: Mayıs 2016 - Mayıs 2018 tarihleri arasında yapılan retrospektif çalışmaya 42 VN hastası (28 kadın, 14 erkek; ort. yaş: 46.7±11.0 yıl; dağılım, 20-75 yıl) ve 50 kontrol (32 kadın, 18 erkek; ort. yaş: 44.4+6.0 yıl; dağılım, 22-55 yıl) dahil edildi. Hastaların tümünün hemogram kayıtlarından eritrosit dağılım genişliği, nötrofil, lenfosit, trombosit ve monosit seviyeleri dökümente edildi. Ayrıca, nötrofil-lenfosit oranı (NLR), trombosit-lenfosit oranı (PLR) ve lenfosit-monosit oranı hesaplandı.
BULGULAR: Vestibüler nörit grubunda, NLR ve PLR değerleri anlamlı olarak yüksek bulundu (sırasıyla, p=0.001 ve p<0.001). Uzamış spontan nistagmusu olan VN grubunda, RDW, trombosit, lenfosit ve monosit seviyeleri istatistiksel olarak yüksek, hemoglobin seviyesi ise düşük idi (sırasıyla, p<0.001, p=0.026, p=0.033, p=0.047 ve p=0.006).
SONUÇ: Vestibüler nöritli erişkin hastalarda, yüksek RDW ve düşük hemoglobin seviyeleri kötü prognoz göstergesi olabilir. Ayrıca, lenfosit-monosit oranı değerinin düşük, NLR ve PLR değerlerinin yüksek olması VN tanısında destekleyici bulgulardır.
OBJECTIVE: The study aimed to determine whether red cell distribution width (RDW), as well as other inflammatory markers of complete blood count, have any predictive value for the etiology, diagnosis, and prognosis of vestibular neuritis (VN).
METHODS: Forty-two VN patients (28 females, 14 males; mean age: 46.7±11.0 years; range, 20 to 75 years) and 50 controls (32 females, 18 males; mean age: 44.4±6.0 years; range, 22 to 55 years) were included in the retrospective study between May 2016 and May 2018. Red cell distribution width and neutrophil, lymphocyte, platelet, and monocyte levels were documented from the hemogram records of all patients. Additionally, the neutrophil-lymphocyte ratio (NLR), platelet-lymphocyte ratio (PLR), and lymphocyte-monocyte ratio were calculated.
RESULTS: In the VN group, NLR and PLR values were significantly high (p=0.001 and p<0.001, respectively). Red cell distribution width, platelet, lymphocyte, and monocyte levels were significantly high and hemoglobin was significantly low in VN patients with long-lasting spontaneous nystagmus (p<0.001, p=0.026, p=0.033, p=0.047, and p=0.006, respectively).
CONCLUSION: High RDW and low hemoglobin levels may predict a poor prognosis in adult VN patients. Moreover, a low lymphocyte-monocyte ratio and high NLR and PLR values are supportive findings in the diagnosis of vestibular neuritis.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (155 kere görüntülendi)

2.
Harmonik skalpele karşı geleneksel hemostaz: Tiroid cerrahisi sonuçları üzerine etkiler
Harmonic scalpel versus conventional hemostasis: Impacts on thyroid surgery outcomes
Sayfalar 8 - 14
Yaşar Kemal Duymaz, Ahmet Adnan Cırık, Büşra Balcıoğlu, Şamil Şahin, Burak Erkmen
AMAÇ: Bu çalışmada harmonik skalpel ile konvansiyonel yöntemlerin etkinliği ve güvenliği karşılaştırıldı.
YÖNTEMLER: Bu retrospektif çalışmada, Ocak 2015 ile Aralık 2022 tarihleri arasında total tiroidektomi uygulanan 180 hastanın (132 kadın, 48 erkek; ort. yaş: 49.1±14.2 yıl; dağılım, 18-86 yıl) verileri analiz edildi. Yaş, cinsiyet, tanı, tiroid boyutu, ameliyat süresi, hastanede kalış süresi ve komplikasyonlar kaydedildi. Hastalar hemostaz yöntemine göre iki gruba ayrıldı: harmonik skalpel ve konvansiyonel yöntemler. Tüm ameliyatlar genel anestezi altında ve aynı cerrahi ekiplerle gerçekleştirildi.
BULGULAR: Harmonik skalpel grubunda, geleneksel yöntem grubuna kıyasla daha düşük hipokalsemi insidansı ve daha kısa ameliyat süresi görüldü. Gruplar arasında vokal kord paralizisi, hematom, seroma ve yara enfeksiyonu oranlarında anlamlı bir fark bulunmadı. Harmonik skalpel daha kısa ortalama hastanede kalış süresi ile ilişkilendirildi.
SONUÇ: Harmonik skalpel, tiroid cerrahisinde daha kısa ameliyat süreleri ve hastanede kalış süreleri ile daha düşük hipokalsemi oranı sunan uygun bir alternatif olarak karşımıza çıkmaktadır.
OBJECTIVE: This study aimed to compare the effectiveness and safety of the harmonic scalpel and traditional methods.
METHODS: In this retrospective study data from 180 patients (132 females, 48 males; mean age: 49.1±14.2 years; range, 18 to 86 years) who underwent total thyroidectomy between January 2015 and December 2022 were analyzed. Age, sex, diagnosis, thyroid size, operative time, hospital stay, and complications were recorded. The patients were divided into two groups based on the hemostasis method: harmonic scalpel and conventional methods. All surgeries were performed under general anesthesia with the same surgical teams.
RESULTS: The harmonic scalpel group demonstrated a lower incidence of hypocalcemia and shorter operation times compared to the conventional method group. No significant differences were found in vocal cord paralysis, hematoma, seroma, and wound infection rates between the groups. The harmonic scalpel was associated with a shorter mean hospital stay.
CONCLUSION: The harmonic scalpel presents itself as a viable alternative in thyroid surgery, offering shorter operation times and hospital stays with a reduced rate of hypocalcemia.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (144 kere görüntülendi)

3.
Nazal septum deviyasyonunun paranazal sinüslerin hacimleri üzerine etkisi
The effect of nasal septal deviation on the volumes of the paranasal sinuses
Sayfalar 15 - 22
Zülküf Burak Erdur, Hakkı Caner İnan
AMAÇ: Bu çalışmada nazal septum deviasyonun (NSD) paranazal sinüslerin hacimleri üzerine olan etkisinin, hastaların cinsiyeti de dikkate alınarak belirlenmesi amaçlandı.
YÖNTEMLER: Nazal septum deviasyonu olan 184 hasta (95 kadın, 89 erkek; ort. yaş: 32.4±12 yıl; dağılım, 17-69 yıl) Ocak 2018 ve Mart 2020 tarihleri arasında retrospektif çalışmaya dahil edildi. Hastalar radyolojik olarak ölçülen NSD açısına göre gruplandırıldı: Grup 1, <90° (hafif deviasyon); Grup 2, 90-150° (orta deviasyon); Grup 3, >150° (ileri deviasyon). Deviasyon olan taraf ile karşı taraftaki frontal, maksiller ve sfenoid sinüslerin hacimleri karşılaştırıldı.
BULGULAR: Her üç gruptaki kadın hastalar ile Grup 1 ve 3’teki erkek hastaların frontal, maksiller ve sfenoid sinüs hacimlerinin, deviasyon tarafı ile ve karşı taraf arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05). Grup 2’deki erkek hastalarda deviasyon tarafındaki maksiller sinüs hacmi karşı tarafa göre daha küçüktü (p=0.028). Grup 2’deki erkek hastaların deviasyon tarafındaki frontal sinüs hacmi ve karşı taraftaki maksiller sinüs hacmi Grup 1 ve 3’e göre daha yüksekti (p=0.046, p=0.017).
SONUÇ: Nazal septal deviasyon, kadınlarda paranazal sinüslerin hacimlerini etkilememektedir. Erkeklerde orta derecede NSD, frontal ve maksiller sinüslerin hacimlerini etkileyebilir.
OBJECTIVE: This study aims to determine the effect of nasal septal deviation (NSD) on the volumes of the paranasal sinuses, also considering the sex of the patients.
METHODS: One hundred and eighty-four patients (95 females, 89 males; mean age: 32.4±12 years; range, 17 to 69 years) with NSD were included in the retrospective study between January 2018 and March 2020. Patients were grouped according to the radiologically measured NSD angle: Group 1, <90° (mild deviation); Group 2, 90-150° (moderate deviation); Group 3, >150° (severe deviation). The volumes of the frontal, maxillary, and sphenoid sinuses on the deviated and opposite sides were calculated and compared.
RESULTS: There was no statistically significant difference between the deviated- and opposite-side volumes of the frontal, maxillary, and sphenoid sinuses of the female patients in all three groups and male patients in Groups 1 and 3 (p>0.05). Maxillary sinus volume on the deviated side was smaller than the opposite side in male patients in Group 2 (p=0.028). The frontal sinus volume on the deviated side and maxillary sinus volume on the opposite side of the male patients in Group 2 were higher than Groups 1 and 3 (p=0.046, p=0.017).
CONCLUSION: Nasal septal deviation does not affect the volumes of the paranasal sinuses in females. Moderate NSD in males may affect the volumes of frontal and maxillary sinuses.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (105 kere görüntülendi)

4.
SNOT-22 ve NOSE ile mukosilier klirens zamanı arasındaki ilişki septorhinoplastinin fonksiyonel sonuçları için uygun bir değerlendirme yöntemi midir?
Is the relationship between SNOT-22 and NOSE and mucociliary clearance time an appropriate assessment method for functional outcomes of septorhinoplasty?
Sayfalar 23 - 29
Kasım Durmuş, Adem Bora, Merve Çiftçi, Sümeyye Gencer, Emine Elif Altuntaş
AMAÇ: Bu çalışmada, septorinoplasti sonrasında subjektif ve objektif sonuçları değerlendirildi ve NOSE ile SNOT-22 ölçekleri ile sakkarin klirens testi (SKT) sonuçları arasındaki ilişkiler araştırıldı.
YÖNTEMLER: Ocak 2017 - Ocak 2019 tarihleri arasında yapılan bu çalışmaya nazal septal cerrahi endikasyonu olan 100 hasta (37 erkek, 63 kadın; ort. yaş: 26.4±8.4 yıl; dağılım, 18-56 yıl) dahil edildi. Hastaların tümüne ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası birinci ayda SKT uygulandı, SNOT-22 ve NOSE anketleri dolduruldu.
BULGULAR: Ameliyat öncesi SKT ile NOSE ve SNOT-22 skorları arasındaki ilişki değerlendirildiğinde herhangi bir ilişki saptanmadı. Ancak hastaların %26’sında ameliyat öncesi SNOT-22 skorları ile ameliyat sonrası SKT değerleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki vardı (r=0.260). Benzer şekilde hastaların ameliyat öncesi NOSE ve SNOT-22 skorları düşükse, ameliyat sonrası birinci ayda ölçülen SKT değerinin sırası ile %28 ve %26 ihtimalle düşük olması beklenmelidir. Hastaların ameliyat öncesi NOSE değeri arttıkça SNOT-22 değeri sırası ile %57.9 ve %27.6 artış göstermekte idi. Benzer şekilde ameliyat sonrası NOSE değerleri arttıkça ameliyat sonrası SNOT-22 değerleri de %51.8 artış göstermekte idi. Tüm bu ikili ilişkilerde pozitif yönlü ilişki saptandı. Elde edilen sonuçlar doğrultusunda NOSE ve SNOT-22 skorları %93 oranında doğru ve %98 oranında kabul edilebilir uyumlulukta idi.
SONUÇ: Ameliyat sonrası dönemdeki SKT sonuçları ile SNOT-22 ve NOSE arasındaki istatistiksel açıdan anlamlı ilişki dikkat çekici bir bulgu olmakla birlikte, bu konuda daha kesin yorumların yapılabilmesi için gelecekte uzun dönem sonuçlarının da değerlendirildiği çalışmalara ihtiyaç vardır.
OBJECTIVE: The study aimed to evaluate subjective and objective results after septorhinoplasty and to investigate the correlations between NOSE and SNOT-22 scales and saccharin clearance test (SCT) results.
METHODS: One hundred patients (37 males, 63 females; mean age: 26.4±8.4 years; range, 18 to 56 years) with nasal septal surgery indication were included in the study between January 2017 and January 2019. A SCT was applied to all cases preoperatively and in the first postoperative month, and SNOT-22 and NOSE questionnaires were filled.
RESULTS: No relationship was detected when the relationship between preoperative SCT and NOSE and SNOT-22 scores was evaluated. However, there was a statistically significant correlation between preoperative SNOT-22 scores and postoperative SCT values in 26% of the cases (r=0.260). Similarly, if the preoperative NOSE and SNOT-22 scores of the cases are low, it should be expected that the SCT value measured at the first postoperative month will be low, with a probability of 28% and 26%, respectively. As the preoperative NOSE value of the patients increased, the SNOT-22 value increased by 57.9% and 27.6%, respectively. Similarly, as the postoperative NOSE values increased, the postoperative SNOT-22 values increased by 51.8%. A positive relationship was found in all these bilateral correlations. According to the results obtained, the NOSE and SNOT-22 scores were 93% accurate and 98% acceptable.
CONCLUSION: Although the statistically significant relationship between SCT results in the postoperative period and SNOT-22 and NOSE is a remarkable finding, there is a need for future studies that also evaluate long-term results to make more precise comments on this issue.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (100 kere görüntülendi)

5.
Rekürren tonsillit ve hipertrofik tonsilli hastalarda D vitamini düzeylerinin enflamasyonla ilişkisi
Relationship between vitamin D levels and inflammation in patients with recurrent tonsillitis and hypertrophic tonsil
Sayfalar 30 - 36
İhsan Delioğlu, Emrah Sapmaz, Zeliha Cansel Özmen
AMAÇ: Bu çalışmada rekürren tonsillit ve hipertrofik tonsilli hastalarda D vitamini düzeylerinin enflamasyonla ilişkisi araştırıldı.
YÖNTEMLER: Bu prospektif çalışmaya Ekim 2016 - Şubat 2018 tarihleri arasında başvuran ve rekürren tonsillit (n=30) veya tonsil hipertrofisi (n=30) nedeniyle ameliyat endikasyonu konan 60 hasta dahil edildi. Kliniğimize başvuran 30 sağlıklı gönüllü kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi. D vitamini, interlökin (IL)-17, IL-18, immümoglobulin (Ig)A ve IgG değerleri elde edilerek gruplar arasındaki farklar araştırıldı.
BULGULAR: Rekürren tonsillit grubunda IL-17 düzeyleri kontrol grubuna kıyasla anlamlı düzeyde yüksek idi (p=0.012). Rekürren tonsillit grubunda hipertrofik tonsil grubuna kıyasla doku IgA düzeyleri anlamlı düzeyde yüksek bulundu (p=0.042). Rekürren tonsillit grubunda 17 (%56.7) hastada ve tonsiller hipertrofi grubunda 12 (%40) hastada D vitamin düzeyi yetersizlik sınırı olan 20 ng/mL’nin altında saptandı.
SONUÇ: Bu çalışmada rekürren tonsillitli ve hipertrofik tonsilli hastalarla sağlıklı kontroller arasında vitamin D, IL-18, IgG ve IgA düzeyleri açısından anlamlı farklılık yoktu. Rekürren tonsillit ve hipertofik tonsil grubundaki hastaların IL-17 düzeyleri kontrol grubuna göre yüksek idi.
OBJECTIVE: This study aimed to study the relationship between vitamin D levels and inflammation in patients with recurrent tonsillitis and hypertrophic tonsils.
METHODS: Sixty patients who were admitted between October 2016 and February 2018 and who either had indications for operation due to recurrent tonsillitis (n=30) or tonsillar hypertrophy (n=30) were included in the prospective study. Thirty healthy volunteers who applied to our clinic were included in the study as the control group. Vitamin D, interleukin (IL)-17, IL-18, immunoglobulin (Ig)A, and IgG were obtained, and the differences between the groups were investigated.
RESULTS: The IL-17 levels in the recurrent tonsillitis group were found to be significantly higher than in the control group (p=0.012). The tissue IgA levels were significantly higher in the recurrent tonsillitis group compared to the hypertrophic tonsil group (p=0.042). In 17 (56.7%) patients in the recurrent tonsillitis group and 12 (40%) patients in the tonsillar hypertrophy group, vitamin D levels were found to be under 20 ng/mL, which is the level of insufficiency.
CONCLUSION: In this study, there was no significant difference between recurrent tonsillitis patients, hypertrophic tonsil patients, and healthy controls in terms of vitamin D, IL-18, IgG, and IgA levels. The IL-17 levels were higher in patients with recurrent tonsillitis and tonsillar hypertrophy patients compared to the control group.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili Türkçe) (107 kere görüntülendi)

6.
Adolesanlarda ekran süresinin denge üzerindeki etkileri
The effects of screen time on balance in adolescents
Sayfalar 37 - 43
Zehra Aydoğan, Kübra Binay Bolat, Emre Ocak, Suna Tokgöz Yılmaz
AMAÇ: Bu çalışmada, 14-18 yaş arası çocuklarda koronavirüs hastalığı 2019 (COVID-19) salgını sırasında artan ekran süresinin denge üzerindeki etkisi araştırıldı.
YÖNTEMLER: Prospektif çalışmaya Mart 2020 - Aralık 2021 tarihleri arasında toplam 30 katılımcı (16 kadın, 14 erkek; ort. yaş: 15.3±1.3 yıl; dağılım, 14-18 yıl) dahil edildi. Tüm katılımcılarda videonistagmografi ve bilgisayarlı dinamik posturografi uygulandı ve Pediatrik Berg Denge Skalası (PBS) ve Görsel Analog Skala (VAS) değerlendirildi. Katılımcılar ekran sürelerine göre her grupta 10 katılımcı olacak şekilde üç gruba ayrıldı: günde 4-6 sa. (Grup 1), 6-8 sa. (Grup 2) ve >8 sa. (Grup 3).
BULGULAR: Somatosensoriyel, görsel, kompozit, ve VAS-dengesizlik skorları açısından üç grup arasında anlamlı bir fark vardı (p≤0.05). Grup 1 ve 3 arasında somatosensoriyel ve görsel skor için anlamlı bir fark varken, kompozit skorlarda tüm gruplar arasında anlamlı bir fark vardı (p≤0.05). Vestibüler skor ve PBS için üç grup arasında anlamlı bir fark vardı (p≤0.05). Vestibüler skorlarda Grup 1 ile 3 ve Grup 2 ile 3 arasında anlamlı bir fark varken, PBS skorlarında tüm gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmuştur (p≤0.05).
SONUÇ: Ekran karşısında geçirilen sürenin artması çocuk ve ergenlerin denge fonksiyonlarını olumsuz etkileyebilir.
OBJECTIVE: This study aimed to investigate the effect of increased screen time during the coronavirus disease 2019 (COVID-19) pandemic on balance in children aged 14 to 18 years.
METHODS: A total of 30 participants (16 females, 14 males; mean age: 15.3±1.3 years; range, 14 to 18 years) were included in the prospective study between March 2020 and December 2021. Videonystagmography and computerized dynamic posturography were applied and the Pediatric Berg Balance Scale (PBS) and Visual Analog Scale (VAS) were assessed in all participants. The participants were divided into three groups according to screen time, with 10 in each group: 4-6 h (Group 1), 6-8 h (Group 2), and >8 h (Group 3) per day.
RESULTS: There was a significant difference between the three groups for somatosensory, visual, composite, VAS-imbalance scores (p≤0.05). While there was a significant difference for somatosensory and visual between Groups 1 and 3, there was a significant difference between all groups in composite scores (p≤0.05). There was a significant difference between the three groups for the vestibular score and PBS (p≤0.05). While there was a significant difference between Groups 1 and 3, as well as Groups 2 and 3 in vestibular scores, there was a significant difference between all groups in PBS scores (p≤0.05).
CONCLUSION: The increase in the time spent in front of the screen may negatively affect balance functions of children and adolescents.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (145 kere görüntülendi)

OLGU SUNUMU
7.
Boyundaki şişliğin nadir bir nedeni: Bronkojenik kistin spontan kanaması
A rare cause of neck swelling: Spontaneous bleeding of the bronchogenic cyst
Sayfalar 44 - 46
Yeşim Esen Yiğit, Yaşar Kemal Duymaz, Ahmet Adnan Cırık, Büşra Balcıoğlu, Halil Çiftçi
Boyundaki şişlikler, kanama, konjenital lezyonlar, reaktif lenfadenopatiler ve kanser gibi çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir. Bronkojenik kist, alt hava yolunun konjenital lezyonlarından biridir. Bronkojenik kistler genişleyebilir ve ağrı, bası semptomlarına ve solunum sıkıntısına yol açabilir. Kırk beş yaşında kadın hasta boyunda şişlik, nefes almada zorluk ve ağrı ile acil servise başvurdu. Tıbbi öyküsünden hastanın düzenli aspirin kullandığı öğrenildi. Hastanın muayenesi ve görüntüleme incelemelerinde sağ paratrakeal alanda boyna uzanan 45¥40¥56 mm düzgün sınırlı, kontrast tutmayan kistik lezyon görüldü. Lezyonun trakeyi sola deviye ettiği görüldü. Hastanın yatarak takibinde yakınmalarının belirgin şekilde kötüleştiği ve nefes darlığının arttığı görüldü. Kistin çıkarılması için cerrahi planlandı ve göğüs cerrahisi bölümünün yardımıyla eksize edildi. Patoloji sonucu bronkojenik kisti doğruladı. Boyun şişliği ve solunum sıkıntısı ile karşılaşılan bir hastada aspirin nedeniyle spontan kanayan lezyonlar akılda tutulmalıdır. Havayoluna bası nedeniyle ölümcül bir sonuçla karşılaşılabilir.
Neck swellings can be caused by a variety of conditions, such as hemorrhage, congenital lesions, reactive lymphadenopathies, and cancer. Bronchogenic cyst is one of the congenital lesions of the lower airway. Bronchogenic cysts could expand and result in pain, compressive symptoms, and respiratory difficulty. A 45-year-old female presented to the emergency department with neck swelling, breathing abnormality, and pain. It was noted in the medical history that the patient regularly used aspirin. In the patient’s examination and imaging studies, a 45¥40¥56 mm, well-contoured, nonenhancing cystic lesion was observed in the right paratracheal area extending to the neck. The lesion deviated the trachea to the left. During inpatient follow-up, the patient’s complaints became markedly worse, and the patient had increased shortness of breath. Surgery was planned to remove the cyst, and the cyst was excised with the help of the thoracic surgery department. The pathology confirmed a bronchogenic cyst. In a patient experiencing neck swelling and respiratory distress, lesions spontaneously bleeding due to aspirin should be kept in mind. A fatal outcome may occur due to pressure on the airway.
[Makale Özeti] [Tam Metin] [CrossRef]  (Makale Dili İngilizce) (119 kere görüntülendi)