Volume: 7  Issue: 1 (2019)
Hide Abstracts | << Back
COVER PAGE
1.
Cover
Pages I - IX
Cover --
[Abstract] [Full Text]  (Article In English) (1701 accesses)

ORIGINAL RESEARCH
2.
Substantiality of surgical margins in laryngeal carcinoma surgery
Pages 1 - 11
Zeki Tolga Bilece, Hasan Emre Koçak, Sedat Rüzgar, Yazgı Köy, Şule Özsoy, Mehmet Faruk Oktay
AMAÇ: Bu çalışmada cerrahi marjinlere milimetrik tümör mesafelerinin larenks kanserlerinde nüks ile ilişkili olup olmadığı araştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışma Ocak 2009 - Aralık 2015 tarihleri arasında Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak, Burun ve Boğaz Kliniğinde yapıldı ve total veya parsiyel larenjektomi sonrası düzenli takip edilen 159 hasta (156 erkek, 3 kadın; ort. yaş 60.1±9.5 yıl; dağılım, 38-87 yıl) dahil edildi. Kordektomi veya kurtarma larenjektomisi uygulanan, herhangi bir cerrahi işlem uygulanmayan veya takip muayenelerine gelmeyen 83 hasta çalışma dışı bırakıldı.
BULGULAR: Ortalama takip süresi 58±20.8 ay (dağılım, 36-85 ay) idi. On dört hastada (8.8%) cerrahi marjinlerde tümör tutulumu saptandı. Cerrahi marjinler temiz olarak bildirildiğinde, tümörler söz konusu marjinlere ortalama 4.3±4.7 mm (dağılım, 1-30 mm) mesafede idi. Takiplerde, 21 hastaya nüks tanısı konuldu. Nüks olan ve olmayan hasta grupları karşılaştırıldığında, cerrahi marjinlere ortalama tümör mesafesi nüks grubunda 3.6±4.1 mm iken, bu değer nüks olmayan grupta 4.3±4.8 mm idi. Cerrahi marjinler nüks grubunda dört hastada, nüks olmayan grupta 10 hastada pozitif idi. İki grup arasında ortalama marjinler ve cerrahi marjinler açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Nüks oranları radyasyon terapisi gören, tiroit ve krikoid kıkırdağı invazyonu, lenf nodlarında ekstrakapsüler invazyon, perinöral ve lenfatik invazyon ve ileri evre tümör ve nodül kanseri olan hastalarda istatistiksel olarak daha anlamlı idi. Epiglot veya vasküler invazyonu olan hastalarda nüks oranları veya tümör diferansiyasyonu ve metastaz evreleri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu.
SONUÇ: Larenks kanseri cerrahisinde tümörün cerrahi marjinlere milimetrik mesafelerde rezeksiyonunun veya pozitif cerrahi marjinlerin nüks ile ilişkili olmadığı saptandı.
OBJECTIVE: This study aims to investigate whether millimetric tumor distances to surgical margins have any association with recurrences in larynx cancers.
METHODS: The study was conducted between January 2009 and December 2015 at Bağcılar Training and Research Hospital, Ear, Nose and Throat Clinic and included 159 patients (156 males, 3 females; mean age 60.1±9.5 years; range, 38 to 87 years) who were followed-up regularly after total or partial laryngectomy. Eighty-three patients, who underwent cordectomy or salvage laryngectomy, who did not undergo any surgical procedures, or who did not attend the follow-up visits were excluded.
RESULTS: Mean duration of follow-up was 58±20.8 months (range, 36 to 85 months). Tumor involvement of surgical margins was identified in 14 patients (8.8%). Tumors were at a mean distance of 4.3±4.7 mm (range, 1 to 30 mm) to the surgical margins when those margins were reported to be clear. During follow-ups, 21 patients were diagnosed with recurrences. On comparison of the patient groups with or without recurrences, mean tumor distance to surgical margins in the recurrence group was 3.6±4.1 mm, whereas this value was 4.3±4.8 mm in the non-recurrence group. Surgical margins were positive in four patients in the recurrence group and in 10 patients in the non-recurrence group. There were no statistically significant differences between the two groups in terms of mean margins or surgical margins. Rates of recurrences were statistically significant in patients who underwent radiation therapy, who had invasion of thyroid and cricoid cartilages, who had extracapsular invasion in lymph nodes, who had perineural and lymphatic invasions, and in those with advanced stage tumor and node cancer. There were no statistically significant differences in terms of recurrence rates or tumor differentiation and metastasis stages in patients with epiglottis or vascular invasions.
CONCLUSION: Resection of tumor at millimetric distances to surgical margins or positive surgical margins in laryngeal cancer surgery were not detected to be associated with recurrences.
[Abstract] [Full Text] [CrossRef]  (Article In English) (844 accesses)

3.
The effect of clinical and pathological characteristics on central neck metastasis in early stage papillary thyroid carcinomas
Pages 12 - 18
Kerem Kökoğlu, Sedat Çağlı, Özlem Canöz, İmdat Yüce, Deniz Avcı
AMAÇ: Bu çalışmada erken evre papiller tiroid karsinomunda (PTK) klinik ve patolojik özellikler ile santral boyun metastazı arasındaki ilişki araştırıldı.
YÖNTEMLER: Retrospektif çalışmaya 50 hasta (11 erkek, 39 kadın; ort. yaş 42.9 yıl; dağılım, 12-77 yıl) dahil edildi. Hastalar patoloji sonuçlarına göre metastaz pozitif (n=24) ve metastaz negatif (n=26) olarak iki gruba ayrıldı. İki grubun klinik ve patolojik özellikleri istatistiksel açıdan karşılaştırıldı. Hastaların deparafinize dokularında BRAF mutasyonu araştırıldı.
BULGULAR: İki grup arasında cinsiyet, ortalama yaş, riskli yaş, nötrofil/lenfosit oranı, trombosit/lenfosit oranı, ortalama trombosit hacmi, ortalama tümör boyutu, kapsül oluşumu ve lenfositik tiroidit açısından farklılık yoktu. Histolojik alt tip, multisentrik olma ve kapsüler invazyon açısından anlamlı farklılıklar vardı. BRAF mutasyonu polimeraz zincir reaksiyonu ile çalışıldı ve yalnız 19 hastada uygun bant elde edildi. Bunların 11’inde BRAF mutasyonu pozitifti. On bir hastanın dokuzu metastaz pozitif gruptaydı. BRAF mutasyonu metastaz pozitif grupta istatistiksel olarak daha fazlaydı.
SONUÇ: Eğer bir PTK 20 mm’den büyük ise, klasik dışı varyant ise, multisentrik ise ve BRAF mutasyonuna sahip ise santral metastaz açısından daha yüksek riski vardır. Bu özelliklere sahip hastaların boyun diseksiyonu yapılmamışsa yakından takip edilmesi önerilir. Bu alanda daha büyük örneklemler ile ileri çalışmalar gereklidir.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the relationship between clinical and pathological characteristics and central neck metastasis in early stage papillary thyroid carcinoma (PTC).
METHODS: The retrospective study included 50 patients (11 males, 39 females; mean age 42.9 years; range, 12 to 77 years). Patients were divided into two groups according to pathology results as metastasis positive (n=24) and metastasis negative (n=26). Clinical and pathological characteristics of both groups were compared statistically. BRAF mutation was studied in patients’ deparaffinized tissues.
RESULTS: There was no difference between both groups in terms of gender, mean age, risky age, neutrophil/lymphocyte ratio, platelet/lymphocyte ratio, mean platelet volume, mean tumor size, formation of capsule, or lymphocytic thyroiditis. There were significant differences in terms of histological subtype, multicentricity and capsular invasion. BRAF mutation was studied with polymerase chain reaction and appropriate band could be obtained in only 19 patients. BRAF mutation was positive in 11 of these. Nine of the 11 patients were in metastasis positive group. BRAF mutation was statistically more in metastasis positive group.
CONCLUSION: If a PTC is larger than 20 mm, non-classical variant, multicentric, and has BRAF mutation, it has higher risk for central metastasis. Close follow-up of patients with such characteristics is advised if they were not performed neck dissection. Further studies with larger sample sizes are needed in this area.
[Abstract] [Full Text] [CrossRef]  (Article In English) (832 accesses)

4.
Patient profile in positional obstructive sleep apnea-hypopnea syndrome
Pages 19 - 24
Ahmet Volkan Sunter, Ela Araz Server, Özgür Yiğit, Özlem Önerci Çelebi, Muhammet Yıldız, Özlem Uzman
AMAÇ: Bu çalışmada obstrüktif uyku apne hipopne sendromu (OUAHS) olan hasta nüfusunda pozisyonel OUAHS (P-OUAHS) insidansı ve hasta profili araştırıldı.
YÖNTEMLER: Uyku laboratuvarında Ocak 2016- Aralık 2017 tarihleri arasında polisomnografi (PSG) testi yapılan 161 hastanın (134 erkek, 27 kadın; ort. yaş 49 yıl; dağılım, 32-65 yıl) dosyaları retrospektif olarak tarandı. Cinsiyet, yaş, boy, kilo, vücut kütle indeksi (VKİ), boyun çevresi ölçümleri ve PSG testi verileri kaydedildi. Hastalar P-OUAHS ve non-pozisyonel OUAHS (NonP-OUAHS) olarak iki gruba ayrıldı.
BULGULAR: Pozisyonel OUAHS hastaları OUAHS tanısı konulan tüm hastaların %41.6’sını oluşturdu. P-OUAHS grubunun kadın cinsiyet oranı NonP-OUAHS grubuna kıyasla istatistiksel olarak anlamlı şekilde düşüktü (%6’ya karşı %24.5; p=0.002). P-OUAHS grubunun VKİ ortalaması NonP-OUAHS grubuna kıyasla istatistiksel olarak anlamlı şekilde düşüktü (p=0.002). Gruplar arasında boyun çevresi ortalamalarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.708). Apne hipopne indeksi (AHİ) ortalaması P-OUAHS grubunda istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha düşüktü (p<0.001).
SONUÇ: OUAHS hastalarının %41.6’sı P-OUAHS hastası idi. Pozisyonel OUAHS hastalarının VKİ ve AHİ değerleri NonP-OUAHS hastalarından daha düşüktü.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the incidence of positional obstructive sleep apnea-hypopnea syndrome (P-OSAHS) and patient profile in OSAHS patient population.
METHODS: Files of 161 patients (134 males, 27 females; mean age 49 years; range, 32 to 65 years) who underwent polysomnography (PSG) test between January 2016 and December 2017 in a sleep laboratory were retrospectively screened. Gender, age, height, weight, Body Mass Index (BMI), neck circumference measurements and PSG test data were recorded. Patients were divided into two groups as P-OSAHS and non-positional OSAHS (NonP-OSAHS).
RESULTS: Patients with P-OSAHS accounted for 41.6% of all patients diagnosed with OSAHS. The female gender ratio of P-OSAHS group was statistically significantly lower than NonP-OSAHS group (6% vs. 24.5%; p=0.002). Mean BMI of P-OSAHS group was statistically significantly lower than NonP-OSAHS group (p=0.002). No statistically significant difference was detected in the neck circumference averages between the groups (p=0.708). Mean apnea-hypopnea index (AHI) was statistically significantly lower in the P-OSAHS group (p<0.001).
CONCLUSION: Of the OSAHS patients, 41.6% were P-OSAHS patients. The BMI and AHI values of P-OSAHS patients were lower than NonP-OSAHS patients.
[Abstract] [Full Text] [CrossRef]  (Article In Turkish) (1449 accesses)

5.
What are the risk factors for recurrent ventilation tube administration in otitis media with chronic effusion?
Pages 25 - 29
Bilge Türk, Arzu Yasemin Korkut, Pınar Soytaş, Kerem Sami Kaya, Suat Turgut
AMAÇ: Bu çalışmada tek sefer ventilasyon tüpü (VT) ile tedavi edilen ve rekürren VT uygulanan hastaların sosyodemografik özellikleri ve atopi durumları karşılaştırıldı.
YÖNTEMLER: Ocak 2015 - Mart 2017 tarihleri arasında Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Kliniği’nde kronik efüzyonlu otitis media nedeniyle VT cerrahisi uygulanmış 97 hastanın verileri incelendi. Tek sefer VT cerrahisi uygulanan hastalar (n=49; 25 erkek, 24 kadın; ort. yaş 6.3±3 yıl; dağılım, 2-13 yıl) grup 1 ve rekürren VT cerrahisi uygulanan hastalar (n=48; 27 erkek, 21 kadın; ort. yaş 9±3 yıl; dağılım, 4-15 yıl) grup 2 olarak belirlendi. Tüm hastaların kulak burun boğaz muayeneleri yapıldı ve ameliyat notları, VT çeşitleri, tüpün kalma süresi, komorbid hastalıkları, sosyodemografik özellikleri ve atopi durumları sorgulandı. Hastalara deri prick testi uygulandı. Her iki grubun verileri istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
BULGULAR: Grup 2’nin yaş ortalaması grup 1’e kıyasla istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksekti (p<0.001). Grup 2’de atopi ve pozitif deri prick testi oranları istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksek iken (sırasıyla, p=0.017 ve p=0.032), evde yaşayan kişi sayısı ortalaması istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha düşüktü (p=0.016). Grupların evdeki oda sayısı ortalamaları, ev hayvanı sahibi olmaları ve evdeki sigara içilme oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.
SONUÇ: Kronik efüzyonlu otitis medianın cerrahi tedavisinde VT uygulanırken hastanın sosyodemografik özellikleri göz önünde bulundurulmalıdır. Atopisi ve pozitif deri prick testi olan hastalara rekürren hastalık riski altında oldukları bilgisi verilmelidir.
OBJECTIVE: This study aims to compare the sociodemographic characteristics and atopy conditions in patients who were treated with single ventilation tube (VT) and those who underwent recurrent VT.
METHODS: Data of 97 patients who underwent VT surgery for otitis media with chronic effusion between January 2015 and March 2017 in the Otorhinolaryngology Head and Neck Surgery Clinic of Şişli Hamidiye Etfal Training and Research Hospital were examined. Patients who underwent single VT surgery (n=49; 25 males, 24 females; mean age 6.3±3 years; range, 2 to 13 years) were identified as group 1 and patients who underwent recurrent VT surgery (n=48; 27 males, 21 females; mean age 9±3 years; range, 4 to 15 years) were identified as group 2. All patients’ otorhinolaryngological examinations were performed and operative notes, VT types, duration of tube stay, comorbid diseases, sociodemographic characteristics and atopy conditions were questioned. Patients were applied skin prick test. Data of both groups were compared statistically.
RESULTS: Mean age of group 2 was statistically significantly higher compared to group 1 (p<0.001). While atopy and positive skin prick test rates were statistically significantly higher in group 2 (p=0.017 and p=0.032, respectively), mean number of people living at home was statistically significantly lower (p=0.016). No statistically significant difference was detected between groups’ mean numbers of rooms at home, having a pet, or smoking rates at home.
CONCLUSION: While applying VT in the surgical treatment of otitis media with chronic effusion, sociodemographic characteristics of the patient should be considered. Patients with atopy and positive skin prick test should be informed that they are at risk for recurrent disease.
[Abstract] [Full Text] [CrossRef]  (Article In Turkish) (1036 accesses)

6.
Is platelet-rich plasma treatment effective in healing of oral cavity wounds? Experimental animal study
Pages 30 - 37
Sedat Rüzgar, Hasan Emre Koçak, Zeki Tolga Bilece, Funda Emre, Mehmet Beyhan Balur, Tülin Şentürk Ege
AMAÇ: Bu çalışmada trombositten zengin plazmanın (TZP) sıçanlarda deneysel amaçlarla oluşturulan oral kavite yaralarının iyileşmesi üzerine makroskopik ve histopatolojik etkileri değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 42 dişi Wistar albino sıçanı (yaş 2.5-3 ay; ağırlık, 250 g - 350 g) dahil edildi. Altı sıçan kanlarından TZP hazırlanması için seçildi. Geriye kalan 36 sıçana anestezi yapıldı ve damaklarında yara açıldı. Sıçanlar altı gruba randomize edildi. Her grup altı sıçan içerdi (TZP grubu için 3, kontrol grubu için 3). TZP grubunda yaraların marjinlerine TZP enjekte edildi. Kontrol grubuna herhangi bir uygulama yapılmadı. TZP ve kontrol gruplarından altı sıçan birinci, ikinci ve üçüncü haftalarda sakrifiye edildi, sert damakları makroskopik olarak fotoğraflandı ve enflamasyon şiddeti, neovaskülarizasyon, fibroblast proliferasyonu ve kolajen konsantrasyonu hakkında histopatolojik inceleme yapıldı. Her parametre skorlamadan sonra istatistiksel olarak analiz edildi.
BULGULAR: Makroskopik yara alanı birinci ve ikinci haftalarda TZP grubunda kontrol grubuna kıyasla anlamlı şekilde küçük iken (p<0.05) bu anlamlılık üçüncü haftada kayboldu (p>0.05). Enflamasyon şiddetinde birinci ve ikinci haftalarda istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu, fakat üçüncü haftada enflamasyon şiddeti TZP grubunda kontrol grubuna kıyasla anlamlı şekilde iyileşti (p<0.05). Neovaskülarizasyon, fibroblast proliferasyonu ve kollajen konsantrasyonu açısından TZP ve kontrol grupları arasında anlamlı farklılık yoktu, fakat bunlar ikinci ve üçüncü haftalarda TZP grubunda kontrol grubuna kıyasla istatistiksel olarak anlamlı artış gösterdi (p<0.005).
SONUÇ: Trombositten zengin plazma uygulaması yara alanında sıradan yara iyileşmesine göre daha hızlı yara iyileşmesi sonucunda epitelizasyonu artırdı. TZP uygulamasının intraoral yaraların iyileşmesinde pozitif histolojik ve makroskopik etkileri olduğu sonucuna varılabilir.
OBJECTIVE: This study aims to evaluate the macroscopic and histopathological effects of platelet-rich plasma (PRP) on healing of oral cavity wounds that were created in rats for experimental purposes.
METHODS: Forty-two female Wistar albino rats (age 2.5-3 months; weighing 250 g - 350 g) were included in the study. Six rats were selected for the preparation of PRP from their blood. The remaining 36 rats were anesthetized and a wound was opened in their palate. Rats were randomized into six groups. Each group contained six rats (3 for the PRP, 3 for the control groups). Platelet-rich plasma was injected into the margins of the wounds in the PRP group. Control group did not receive any application. Six rats from the PRP and control groups were sacrificed in the first, second and third weeks, their hard palates were photographed macroscopically, and histopathological examination was performed regarding the severity of the inflammation, neovascularization, fibroblast proliferation and collagen concentration. Each parameter was statistically analyzed after scoring.
RESULTS: Although the macroscopic wound area was significantly smaller in the PRP group compared to the control group in the first and second weeks (p<0.05), this significance disappeared in the third week (p>0.05). There was no statistically significant difference in the first and second weeks regarding the severity of inflammation, while in the third week, the severity of inflammation significantly improved in the PRP group compared to the control group (p<0.05). In respect of neovascularization, fibroblast proliferation, and collagen concentration, there was no significant difference between the PRP and control groups, but they showed a statistically significant increase in the PRP group compared to the control group in the second and third weeks (p<0.005).
CONCLUSION: Platelet-rich plasma application increased epithelization as a result of faster wound healing compared to regular wound healing in the wound area. It can be concluded that PRP application has positive histological and macroscopic effects on intraoral wound healing.
[Abstract] [Full Text] [CrossRef]  (Article In English) (1036 accesses)

7.
Relationship between unilateral chronic otitis media and nasal septal and eustachian tube angles
Pages 38 - 42
Kerem Sami Kaya, Bilge Türk, Pınar Akova Soytaş, Ersin Vanlı, Suat Turgut
AMAÇ: Bu çalışmada tek taraflı kronik otitis media (KOM) ile östaki tüpü açısı ve nazal septum açısı arasındaki ilişki araştırıldı.
YÖNTEMLER: Tek taraflı KOM nedeniyle kliniğimizde ameliyat edilen 79 hasta (40 erkek, 39 kadın; ort. yaş 41.0±13.5 yıl; dağılım, 18-60 yıl) çalışmaya dahil edildi. Tek taraflı KOM hasta grubu ve diğer sağlıklı kulak kontrol grubu olarak kullanıldı. Hastaların ameliyat öncesi temporal kemik bilgisayarlı tomografi görüntülemeleri kullanılarak östaki tüpü ve nazal septum deviasyonu açıları ölçüldü ve veriler karşılaştırıldı.
BULGULAR: Hasta ve kontrol grupları arasında septum açısı ve östaki tüpü açısı bakımından istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı (sırasıyla, p=0.346 ve p=0.312). Ayrıca, hasta ve kontrol grupları arasında östaki tüpü açı ortalamalarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p=0.748).
SONUÇ: Orta kulak hastalıkları açısından östaki tüpünün yapısal ve fonksiyonel özellikleri önemli olmasına rağmen, östaki tüpü açı ortalamalarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Ayrıca, septum açısı ile ilgili olarak sağlam kulak ve hastalıklı kulak arasında anlamlı farklılık saptanmadı.
OBJECTIVE: This study aims to investigate the relationship between unilateral chronic otitis media (COM) and eustachian tube angle and nasal septal angle.
METHODS: The study included 79 patients (40 males, 39 females; mean age 41.0±13.5 years; range, 18 to 60 years) who were operated in our clinic due to unilateral COM. Unilateral COM was used as the patient group and the other healthy ear was used as the control group. Patients’ eustachian tube and nasal septal deviation angles were measured using their preoperative temporal bone computed tomography imaging and the data were compared.
RESULTS: No statistically significant correlation was detected between the patient and control groups in terms of the septal angle and eustachian tube angle (p=0.346 and p=0.312, respectively). Also, there was no statistically significant correlation between the patient and control groups in terms of the eustachian tube angle averages (p=0.748).
CONCLUSION: Although the structural and functional features of the eustachian tube are significant in terms of middle ear diseases, we did not find any statistically significant difference in eustachian tube angle averages. In addition, we did not detect any significant difference in relation to septal angle between the intact ear and diseased ear.
[Abstract] [Full Text] [CrossRef]  (Article In Turkish) (1164 accesses)

CASE REPORT
8.
RETRACTED: Unilateral choanal atresia and transnasal endoscopic approach in adult patient: Case report
Pages 43 - 46
Ahmet Doblan
Koanal atrezi sık görülmeyen, posterior nazal açıklığın gelişim anomalisidir. Nadiren uzun yıllar boyunca tanı konulmadan yaşamlarına devam ederler. Bu yazıda, Kulak Burun Boğaz Kliniğine tek taraflı burun tıkanıklığı ve burundan nefes alamama yakınması ile başvuran ve osseomembranöz tipte tek taraflı koanal atrezi saptanan 56 yaşında bir kadın hasta sunuldu. Hasta endoskopik transnazal cerrahi yaklaşımla ameliyat edildi. Cerrahi sonrası komplikasyon oluşmadı. Bu olgu sunumunda, ileri yaşlarda saptanan koanal atrezinin tanı ve tedavi prensipleri literatür eşliğinde tartışıldı.
Choanal atresia is a development anomaly for posterior nasal opening that is not observed frequently. Rarely continue their life without being diagnosed for many years. In this article, we report a 56-year-old female patient who applied to the Otorhinolaryngology Clinic with complaints of single-sided nasal obstruction and nasal asphyxiation and was detected to have osseo-membranous-type unilateral choanal atresia. We operated on the patient with endoscopic transnasal surgical approach. No complications occurred after surgery. In this case report, we discussed the diagnosis and treatment principles of choanal atresia diagnosed in elder ages in light of the literature.
[Abstract] [Full Text] [CrossRef]  (Article In Turkish) (1176 accesses)

9.
Giant cervical cystic lymphangioma in adult patient: Case report
Pages 47 - 50
Ozan Erol, Alper Köycü, Erdinç Aydın
Lenfanjiomlar genel olarak iki yaş altında görülen, lenfatik kanalları etkileyen benign karakterli doğuştan malformasyonlardır. En sık baş ve boyun bölgesinden köken alırlar. Erişkin yaşta görülmesi nadir olmakla birlikte servikal kitlelerde ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır. Öykü, fizik muayene bulguları ve görüntüleme yöntemleri yoluyla tanı konulur. Tercih edilen tedavi yöntemi cerrahidir. Bu yazıda, sol servikal bölgede bulunan ve daha önce eksize edilmesine rağmen büyümeye devam eden 13.2¥7.6¥13 cm boyutlarında kitlesi olan 27 yaşında bir erkek hasta sunuldu. Kitlenin ultrasonografi ve manyetik rezonans görüntüleme bulguları kistik lenfanjiom ile uyumlu idi. Dolayısıyla, kitlenin tamamı eksize edildi. Histopatolojik inceleme kistik lenfanjiom ile uyumlu idi. Cerrahi sonrası dönemde komplikasyon izlenmedi ve bir yıllık takipte nüks gelişmedi.
Lymphangiomas are congenital malformations with benign character, affecting the lymphatic channels and generally observed in ages below two years. They most frequently originate from the head and neck region. Although occurrence in adults is rare, it should be considered in the differential diagnosis of cervical masses. Diagnosis is established through anamnesis, physical examination findings and imaging methods. The preferred treatment method is surgery. In this article, we present a 27-year-old male patient with 13.2¥7.6¥13 cm sized mass localized in left cervical region that has been continuing to grow despite being excised before. Ultrasonography and magnetic resonance imaging findings of the mass were compatible with cystic lymphangioma. Therefore, the mass was totally excised. Histopathologic examination was compatible with cystic lymphangioma. No complication was observed in the period after surgery and no recurrence developed during the one-year follow-up.
[Abstract] [Full Text] [CrossRef]  (Article In Turkish) (2613 accesses)

10.
Lipoid proteinosis (Urbach-Wiethe disease): A rare entity and review of the literature
Pages 51 - 58
Murat Doğan, İbrahim Hıra, Burhan Balta, Ali Bayram, Cemil Mutlu
Lipoid proteinozis (LP) nadir görülen bir hastalıktır. Cilt, oral mukoza, farenks, larenks ve tüm iç organları etkileyebilir. Bu çalışmada ağız içerisinde dudak hareketini kısıtlayan beyaz renkli şişlik ve ses kısıklığı yakınması ile başvuran 32 yaşında bir kadın hasta sunuldu. Fizik muayenede özellikle el, dirsek ve dudaklar çevresinde papül benzeri döküntü ve göz muayenesinde iki taraflı blefaroz gözlendi. Videolarengostroboskopide, vokal kordlarda kalınlaşma ve tüm supraglottik bölgeyi ve oral mukozayı tutan sarı papül oluşumları dikkat çekti. Larenks ve sublingual bölgelerden alınan punch biyopsi örneklerinde, epitel ve subepitelyal yerleşimli hiperkeratoz paternli çok katmanlı amorf hiyalin materyal birikimi gözlendi. Histokimyasal incelemede, bazal membranda periyodik asit-Schiff ile pozitif ve Kongo kırmızısı ile negatif boyanma elde edildi. Tipik vokal kord tutulumu ve histopatolojik, genetik ve klinik bulgulara göre LP tanısı kondu.
Lipoid proteinosis (LP) is a rare disease. It may affect the skin, oral mucosa, pharynx, larynx and all visceral organs. In this article, we describe a 32-year-old female patient who applied with complaint of white swelling in mouth, limiting the movement of lip, and hoarseness. Papule-like itchy rashes particularly around the hands, elbows, and lips were observed in physical examination and bilateral blepharosis in eye examination. In videolaryngostroboscopy, thickened vocal cords and yellow papule formations covering the entire supraglottic region and oral mucosa drew attention. In punch biopsy samples taken from larynx and sublingual regions, hyperkeratosis-patterned multilayered epithelial and subepithelial amorphous hyaline material deposition was observed. In histochemical examination, positive staining with periodic acid-Schiff in basal membrane and negative staining with Congo red were obtained. We established a diagnosis of LP according to typical vocal cord involvement and histopathologic, genetic and clinical findings.
[Abstract] [Full Text] [CrossRef]  (Article In English) (1420 accesses)